Mushishi

İşte en sevdiklerimden, en Japon olanlardan Mushishi. Aslında bölümden bir arkadaşımın tavsiyesiyle 2012’de ilk sezonunu izlemiştim. Bir ara yine izlesem diyordum, 2016’ya kısmetmiş. Yeni bölümler de ödülüm oldu. 🙂

1999-2002 arasında Yuki Urushibara’nın yarattığı bir manga Mushishi. Animesini ise Hiroshi Nagahama yönetiyor. İki sezon olan Mushishi’nin sezonları da iki parçaya ayrılıyor diyebiliriz. Arada olmayan bir bölüm görürseniz oraya iki bölüm niteliğindeki film yerleşecek. 🙂 İlk sezon 2005-2006 yılları arasında yayınlanıyor. Filmi de öyle. İkinci sezon Mushishi: Zokushou ve filmi ise 2014-2015 yılları arasında.

Mushi yaşam kaynağına bizden çok daha yakın olan, herkesin göremediği bazıları daha gelişmiş, bazıları sadece organizma niteliğinde yaratıklar olarak tanımlanıyor. Bazıları zararsız, bazıları insanları hasta edebiliyor, bazıları da çok çok daha tehlikeli. Mushi uzmanı yani Mushishi Ginko’nun maceralarını görüyoruz animede de. İlerleyen bölümlerde Ginko’nun adının ve kendinin nerden geldiğine, saç rengine dair bir miktar bilgi de ediniyoruz.

İzlerken dikkat edecek olursanız, Mushihi’de sıradan kahramanların hemen hemen hepsi birbirine benzer. Çizim olarak yani. Çünkü önemli olan, asıl odaklanmanız gereken konudur. Yalnız ben neden herkesin, ki nadiren daha büyük yerleşim yerlerine gittiğini gösterse dahi oralarda durum aynı, klasik Japon tarzı kıyafetler giyerken sadece Ginko’nun Batı tarzı giyindiğini çok merak ediyorum. Henüz cevabını bulabilmiş değilim. Bilen varsa beri gelsin ve beni de bilgilendirsin lütfen!

Akıp giden bir konu olmadığı için pek değinemiyorum ama her bölümde Ginko’nun yeni bir yer, yeni bir Mushi’yle macerasını izleyeceksiniz desem yanlış olmaz herhalde.

Anime deyince aklınıza sadece Naruto, One Piece vs. geliyorsa; ama daha fazlasını bilmek istiyorsanız, Japon kültürünü seviyorsanız kesinlikle ama kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim・

Tarih Nedir? – Edward Hallett Carr

Tarih Nedir, Edward Hallett Carr’ın 1961’de yazıya aktardığı üniversite konuşmalarından oluşuyor. Benim okuduğum Carr’ın tamamlayamadığı ikinci baskı için aldığı notların da yer aldığı 1987 baskısından Misket Gizem Gürtürk çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından 1996’da yayınlanan son baskı. Kitap 252 sayfa. Giriş, Giriş Notu, İkinci Baskıya Önsöz derken kitabın Carr’ın yazdığı kısmı ancak 57. sayfada başlıyor.

Tarihçi olup olmadığı tartışmaları bir yana Edward Hallett Carr belki de bu nedenle klasik İngiliz Tarih eğitimi ve akımlarına bağlı olmadan, Dış İşleri Bakanlığı’ndaki görevinin de verdiği bilgilerle dönemindeki İngiliz tarihçilere kıyasla oldukça farklı bir bakış açısı yakalayabilmiş.

Herhangi bir olay tek başına tarihi olgu olur mu? Bir olaya tarihi olgu demek için neler gerekir? Carr “Bilerek ya da bilmeyerek belirli bir dünya görüşüne sahip kişiler kendi görüşlerini destekleyen olayları saklamaya değer gördüğü için tarihi olgu olarak belirlemiştir.” der. Bunu belirleme üzerinde çok fazla etken vardır, tarihçi ne genel olarak bulunduğu yer ve çağdan ne de gördüğü şeylerden bağımsız değildir. Bunların etkisi olayları değerlendirirken de muhakkak görülür.

“Hiç kimse kendi içinde bütün bir ada değildir; herkes kıtanın bir parçası, karanın bir kısmıdır.” Tarihçi çevresinde olanlardan etkilenmeden ne geçmiş olayları ne de o anda şahit olmakta olduğu olayları değerlendiremez. Bununla birlikte “Tarihçinin tek bir kişinin ya da bir köyün başına gelen bir olayı önemsemesine gerek yoktur. Aynı olay binlerce köyde milyonlarca insanı etkiliyorsa o zaman da göz ardı edemez.”

Tarihçinin ahlaklı olup olmadığıyla ilgili düşüncelerini ise şu şekilde dile getirir Carr: “1780 ile 1870 yılları arasında Büyük Britanya’nın endüstrileşmesi öyküsünü ele alalım. Hemen her tarihçi endüstri devrimini belki de hiç tartışmadan büyük ve ileri bir başarı olarak ele alır. Aynı zamanda, köylülerin topraktan atılıp, işçilerin sağlığa aykırı fabrikalara ve berbat konutlara tıkılmalarını ve çocuk emeğinin sömürülmesini de anlatacaktır… Muhtemelen, gene söylemeden, hiç değilse ilk aşamalarda, bir ölçüde zorlama ve sömürünün endüstrileşmenin bedelinin kaçınılmaz bir parçası olduğunu varsayacaktır. Öte yandan, ben, bu bedeli düşünerek, ilerleme engellenseydi ve endüstrileşmeseydi diyen bir tarihçi de duymuş değilim…”

Tarihçi olayları sadece öylece anlatmaz. Bunların arasında neden-sonuç ilişkisi aramak durumundadır. Tarihi birbirinden bağımsız olaylar gibi anlatıp edebiyata ya da geçmişin anlamını akıl üstü bir güce bağlayıp ilahiyata da dönüştürebiliriz.

Carr’a göre tarih, insanların yapamadıklarının değil, yaptıklarının kaydıdır; bir ilerlemedir. “Durağan bir dünyada tarih anlamsızdır.”

“Bir yerlerden gelmiş olduğumuz inancı, bir yerlere gitmekte olduğumuz inancıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Gelecekte gelişme yeteneğine inancını kaybeden bir toplum, geçmişindeki ilerlemeyle ilgilenmekten de çabucak vazgeçer. İlk konuşmamın başında söylediğim gibi, tarih hakkındaki görüşümüz, toplum hakkındaki görüşümüzü yansıtır.”

Kitabın son bölümünde görüleceği üzere Carr ikinci baskı için bir nevi eleştirilere cevap vermeyi, üzerinde az durduğunu düşündüğü konuları açmayı ve hatta belki yeni bölümler eklemeyi düşünüyormuş. Düşüncelerini gerçekleştiremeden dünyadan ayrılmış maalesef.

PATATESLİ RULO BÖREĞİ

Patatesli Rulo Böreği İçin

Malzemeler:

  • 5 yufka
  • 4 orta boy patates
  • 3 yumurta
  • 1 su bardağı yoğurt
  • 100 gr. lor peyniri (Bizde lor sevilmediği için ben tulum peyniri kullanıyorum, ki çok daha güzel olduğu düşüncesindeyim.)
  • 1 demet maydanoz
  • Yarım çay bardağı sıvı yağ
  • Tuz
  • Karabiber

Yapılışı:

  1. İç harcını hazırlamak için patatesleri haşlıyoruz.
  2. Ardından soyup rendeliyoruz. (Aman dikkat yanmayın.)
  3. Maydanozları ince ince kıyıyoruz.
  4. Yumurtaları çırpıyoruz. Hepsini bu aşamada kullanıyoruz, daha sonra üzerine sürmeyeceğiz.
  5. Patatesin içine peynir, maydanoz ve yumurtalar ile istediğimiz kadar tuz ve karabiber ekleyip iyice karıştırıyoruz.
  6. Düz ve temiz bir yere ilk yufkayı serip üzerini yağlıyoruz.
  7. İkinci yufkayı da serip bu kez yağlamadan harcın 1/3’ünü yufkanın her yanına yayıyoruz.
  8. Arasına yap sürerek üçüncü ve dördüncü yufkayı da seriyoruz.
  9. Dördüncü yufkaya yine yağlamadan harcın 1/3’ünü daha yayıyoruz.
  10. Kalan son yufkayı da dördüncü yufka gibi yağlamadan kalan harcı yufkanın her yanına yayıyoruz.
  11. Sıra geldi rulomuzu yapmaya: Kenardan başlayıp yufkalarımızı rulo şeklinde sarıyoruz.
  12. Gerçekten keskin bir bıçak kullanarak ruloyu parmak kalınlığında kesiyoruz.
  13. Kestiğimiz parçaları yağlanmış tepsiye yatık şekilde dizip önceden 180°C’ye ayarlanıp ısıtılmış fırınımızda kızarana kadar pişiriyoruz.
  14. Son olarak eğer misafirlerimize ikram ediyorsak övgüler eşliğinde sıcak sıcak afiyetle yiyoruz.

CEVİZLİ TARÇINLI KURABİYE

Cevizli Tarçınlı Kurabiye İçin

Malzemeler

  • 6 çay bardağı un
  • 2 çay bardağı şeker
  • 1 çay bardağı yoğurt
  • 1 çay bardağı eritilmiş katı yağ (Ben uzun bir süredir katı yağ gereken tariflerde mis gibi tereyağı kullanıyorum.)
  • 1 yumurta
  • Tarçın (Tarçın seven biri olarak bol koyarım, tamamen tercihe kalmış.)
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 1 avuç dövülmüş ceviz içi (Bakın bu kısım eskiden çok sıkıntılıydı; çünkü benim avcumla annemin avcu arasında neredeyse 2 kat fark var 😀 O nedenle gönlünüzden kopan miktar diyelim biz en iyisi.)

Yapılışı

  1. Tepsiyi yağlıyoruz.
  2. Malzemelerin hepsini karıştırıp ele yapışmayacak bir hamur elde edene kadar yoğuruyoruz.
  3. Ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp fazla düzeltmeden yağlanmış tepsiye diziyoruz.
  4. Önceden 180°C’ye ayarlanıp ısıtılmış fırınımızda 15-20 dakika pişiriyoruz. (Fırına göre değişiklik gösterebilir.)
  5. Fırından çıkarıp üzerine pudra şekeri serptikten sonra afiyetle yiyor ve yediriyoruz.

Sonsöz

Pişme işlemi bittiğinde gerçekten açık bir rengi olması gerekiyor, rengi iyice koyulaşana kadar kalırsa sonrasında taş kesiliyor adeta. Aman dikkat edin!

Yarım Dünya – Hiromi Goto

Yarım Dünya 2012 yılında İthaki Yayınları’ndan Bülent O. Doğan’ın çevirisiyle çıkmış. Aslı ise 2009’da yayınlanmış ve 2010 yılında Genç Yetişkin kategorisinde Kanada Fantastik Edebiyat Sunburst Ödülü’nü kazanmış.

Yarım Dünya’nın arka kapağında şöyle diyor: “Neil Gaiman’ın Caroline kitabını Hayao Miyazaki’nin filme çektiğini hayal edin!” Açıkçası Caroline isimli kitabı bilmiyorum ama Hayao Miyazaki’nin filmlerine bayılan biri olarak oldukça dikkatimi çekti. Okuyunca da bunun ne kadar doğru bir ifade olduğunu anladım. 🙂

Daha dinler doğmadan çok çok zaman önce üç alem vardı diyor Yarım Dünya; Ten Alemi, Ruh Alemi ve Yarım Dünya. Ten Alemi; hayatın olduğu, insanların doğup yaşayıp öldüğü alem. Ruh Alemi; artık ölmüş ve Yarım Dünya’dan da geçmeyi başaran ruhların bulunduğu yer. Yarım Dünya ise; tüm canlıların öldükten sonra hayatlarındaki en büyük travma anında gözlerini açtıkları yerdi. Ölümlülüğün en kötü anları burada tekrar tekrar yaşanmalı, sınanma ve çile çekme yoluyla kötülükler son bulmalı ve çözüme varmalıydı. Tüm canlılar böylece ölümlülük zincirinden kurtulup ışığa kavuşabilir ve Ruh Alemi’ne geçebilirdi.

Bu alemler kendi dengesi içinde ilerlerken bir gün bir olay oldu ve denge bozuldu. Canın olmaması gereken Yarım Dünya’da bir çocuk oldu: Melanie Tamaki. Annesi ve babasının Yarım Dünya’dan kaçmaya çalışmasıyla başlıyor kitap. Anlaşma yapılır. Anne kaçar. Verilen süre olan 14 yılın sonunda bir gün ortadan kaybolur. Yarım Dünya’ya geri dönmüştür. Bay Tutkal, Melanie’yi de Yarım Dünya’ya çağırır ve macera başlar.

Melanie’nin Yarım Dünya’ya gidebilmek adına ve orada yaşadığı maceraları gerçekten soluk almadan okudum. Uzun bir süredir devamında ne oluyor merakıyla elimden düşürmeden okuduğum bir kitap olmadığını fark ettim bitirdiğimde. Yüzümde bir tebessüm oluştu. 🙂

Bu kitapta şişman, kafası pek iyi çalışmayan ve hiçbir özel yeteneği olmayan bir kızın da mucizeler yaratabileceğini okuyacaksınız. Keyifle…

Myshibugyou

Mushibugyou ilk olarak 2009’da yayınlanan bir manga serisinin 2013’te animeye çevrilmiş hali. Abartılı dövüş sanatları ve kurgudan hoşlananlar için birebir. 23:14 dakikalık 26 bölümü bir oturuşta izleyebilirsiniz.

Mushibugyou Shogunluk dönemi Edosu’nda (Tokyo), 100 yıl öncesinde ortaya çıkan ve sadece insan yiyen dev böceklerle savaşan bir birim. Daha doğrusu bu birimin başkanı. Başlarda biz bile görmüyoruz nasıl biri olduğunu. Kimseyle doğrudan görüşmüyor. Ancak bir tür perdenin arkasından, belli bir mesafeden birkaç kişiyi görüyor.

Birim doğaüstü yaratıklarla savaştığı için üyeleri de haliyle bu ayarda insanlar. Kısaca göz atacak olursak:

Tsukushima Jinbei grubun son üyesi ve anime onunla başlıyor. Babası çok büyük bir kılıç ustası ve kendi tekniğini geliştirmiş biri. Birime katılması için çağrılıyor; ancak artık ayağı sakat olduğu için Jinbei onun yerine Edo’ya gitmeye karar veriyor. Neşeli, herkese yardıma koşan, laf dinlemeyen, biraz da aptal ama vazgeçmeyen bir tip. Bu özellikleri nedeniyle de biraz zorla da olsa birime dahil oluyor.

Mugai grubun en güçlü üyesi. Yerçekimine meydan okuyan bir saçı ve devasa bir kılıcı var. Daha öncesinde Mushigari (Böcek Avcıları) adlı bir grubun üyesi ve en büyük amacı Mushibugyou’yu öldürmekken, onunla bu amaçla karşılaşınca işler değişiyor.

Hibachi grubun kadın ninjası. Eski ninja köyünde artık ninjalara iş düşmediği için herkes bu işten elini çekerken, dedesi kendi tekniğini asla bırakmıyor ve ilgili görünen tek kişi Hibachi’ye de yanında durduğu zamanlarda bildiklerini öğretiyor. Her şeye rağmen tekniğinin mirasçısı olarak bir kadını asla kabul etmeyecek biri. O nedenle Hibachi’nin hayallerinden biri dedesinin onu kabul etmesi.

Shungiku Koikawa bir eşkiyanın oğlu. Annesinin yaşadığı dönemde ona bağlılığıyla birini öldürmeyi reddettiği ve ona daha yakın olduğu için babası tarafından sürekli aşağılanıyor. Bir gün annesini ölü buluyor ve babasının yaptığını düşünerek bütün çetesini öldürüyor. Sıra babasına gelince olacakları da siz izleyin. 🙂 Bu nedenle adı 99’un katiline çıkıyor. Ancak annesinin katilinin babası değil de Mushigari üyesi biri olduğunu öğreniyor. Günahlarının bedeli olarak birime katılıp bu kez böcek kesmeye başlıyor. Çok iyi bir kılıç ustası ve bunu ‘Keserken keserken bir baktım ki bu hale gelmişim.’ diye açıklıyor.

Tenma Ichinotani grubun en genç üyesi. Anne ve babasının ölmeden önce kendisine bıraktığı iki kağıt bebeği kontrol etme yeteneğine sahip. Çok fazla şeyden korksa da başarılı bir çocuk olup anne ve babasının bunu görmesi en büyük isteği. Laf aramızda ben de Tenma’yla aynı korkuyu paylaştığımdan o sahnelerin bazılarına bakamadım. 😀

Kotori Matsunohara birimin komutanı gibi biri. O da samuray ve oldukça iyi bir samuray. Mushibugyou ve ekip arasında iletişimi sağlayan kişi de o. Ekibin diğer üyeleri en azından başlarda Mushibugyou’nun nasıl biri olduğunu görmüş değil.

Son olarak da Mushibugyou, namı diğer Kuroageha’dan bahsedelim. Animenin kilit karakteri. Her şey bunun başının altından çıkmış zaten desek yeri. Küçük bir kız çocuğu görünümünde, saç, kaş, kirpik bembeyaz. Vücudundan çok güçlü zehirler salabildiği için kimseyle teması olmadan yaşıyor yıllardır. Yaşam enerjisini yitirmiş halde, günahlarının bedelini ödediği düşüncesiyle dev böceklerle savaşıyor sadece. Jinbei ile tanıştıktan sonra bu kısımlar ciddi anlamda değişiyor. Böceklerin çıkış yeri ve Kuroageha’nın kim olduğu sorularının cevapları ise aynı yerde saklı.

Bir yandan kahramanları tanıyıp bir yandan maceralara dalacağınız bölümler sizi bekler. İyi seyirler. 🙂

Myriad Colors Phantom World

Musaigen No Fantomu Waarudo – Myriad Colors Phantom World

Musaigen no Fantomu Waarudo – Myriad Colors Phantom World, Sonsuz Renklerin Hayal Dünyası olarak çevrilebilir sanırım. Yepyeni bir anime olarak 23-24 dakikalık 13 bölümle karşımızda. Sōichirō Hatano’nun kurgu romanından uyarlanmış.

Deney yapan bir kurumdan yanlışlıkla dünyaya bir virüs yayılıyor. Bu virüs insanların beyninde bir değişikliğe neden oluyor ve nedenle hem hayalet gibi yaratıklar gözle görülür hale geliyor hem de özel güçlere sahip çocuklar doğmaya başlıyor.

Bu çocuklar özel güçleriyle hayaletlerle savaşıp onları mühürleyebiliyorlar. Hosea Akademi özel güce sahip çocukların toplanıp hayaletlerle savaştığı bir öğrenci kulübüne sahip.

Kahramanlarımız da bu kulübün üyeleri arasından: Haruhiko Ichijo hayaletlerin resmini çizerek onları mühürleyebiliyor. Mai Kawakami vücudundaki çeşitli organlarda bulunan temel elementlerin gücüyle hayaletlerle savaşıyor. Reina Izumi minik bir kız olmasına karşın bütün dünyayı yiyebilecek potansiyele sahip bir hayalet yiyici. Koito Minase yaşadıklarından dolayı insanlardan uzaklaşmış, sesiyle hayaletlerle savaşıp onları mühürlüyor. Ruru esasen bir hayalet. Minik bir peri görünümünde ve sonradan anlıyoruz ki aslında Ruru’yu bilinçsiz şekilde Haruhiko yaratmış. Kurumi Kumamakura aynı Hosea Akademi’nin ilkokul bölümünden pelüş ayısıyla dolaşıp uzaktan bu gruba bakan bir kız çocuğu gibi görünse de aslında oyuncak ayısı Albrecht’in dev büyüyüp canlanmasını sağlıyor. Arisu Himeno virüsün yayıldığı kurumla da bağlantısı olan ve kulüp üyelerine bu işleri getiren öğretmen.

Her bir bölümde farklı hayaletlerle savaşlar izleyip karakterlerin hayatlarına dair bilgiler ediniyoruz. Son olarak büyük göğüs ve erotiklik çağrıştıran sahneler uyarısı yapmam gerektiğini düşündüm; ama aşırı derecede değil! 🙂

Mugen No Ryvius

Mugen No Ryvius da 2225 yılında yine uzayda geçen bir anime. Yaklaşık 24 dakikalık 26 bölümden oluşuyor. 1999-2000 yıllarında yayınlanan animenin çizimlerinden yeni olmadığını hemen anlıyorsunuz zaten. Sonrasında 2004-2005 yılında da mangası yapılmış.

Gelelim asıl konuya. Birbirleriyle anlaşamayan, ki bu şiddet uygulama derecesinde, iki kardeş Kouji ve Yuuki. Uzay gemisi pilotluk lisansı almak için uzay eğitim üssü Liebe Delta’ya giderler. Çocukluk arkadaşları Aoi de birlikte gelir. Bir tatil döneminde çocuklardan bazıları evlerine dönmüş, bazıları orada kalmışken bir şeyler ters gitmeye başlar.

Daha öncesinde güneşte nedeni bilinmeyen bir patlama olur. Geduld adını verdikleri çok yüksek ısı ve yerçekimi kuvvetine sahip tabaka tabaka alanlar oluşur. Bunlar da seviye seviye, ona göre basınç ve sıcaklık giderek artıyor. Bu uzay üssü zaten yakın zamanda kullanımdan kaldırılacak çünkü çok eski. Üssün kabin idaresi en iyi öğrenci grubunun elindeyken rotanın değiştirildiğini, böyle giderse hepsinin öleceğini öğreniyorlar.

2225 yılı, uzay seyahati, başka gezegenlerde yaşam dediysek lütfen yanlış anlaşılmasın. Bir uzay gemisinin rotasını değiştirmek, herhangi bir hareket yapmak inanılmaz vakit alan bir şey. Sadece rotanın değiştirilebilmesi için 8-9 saat falan gerekiyor mesela. Öğrenciler üssün uzay gemisine aktarılıyor. Kalan eğitmenler kendilerini feda ederek dışarıdan bir patlatmayla gemiye güç verip rotasının değişmesini sağlıyorlar. Yardım çağrısı gönderiliyor ve beklenmeye başlanıyor.

Bu arada yardıma geldiğini sandıkları ordu gemileri ateş açıyor. Geminin içinde başka ve çok teknolojik bir gemi olduğunu keşfediyorlar. Adı Ryvius. Kendi kendine hareket ediyor, robot gibi şeyleri var, içinde depolanmış yiyecekler var vs. Bu gemi onları koruyor. Bir de ortalıkta dolaşan ilginç pembe kıyafetli bir kız var ki öyle herkese görünmüyor başlarda ve çok sonra öğreniyoruz kim olduğunu.

Ryvius’a taşınılıyor. Gemi çözülmeye çalışılıyor, derken birbiri ardına saldıranlar devam ediyor. Sonraki saldırılar Ryvius’a benzeyen gemilerden geliyor. Adları teröriste çıkarılıyor. Onlar da yaşamak için savaşıyor işte. Aslında raporlarda çocuklardan bahsediliyor ama gemiyi yok etmek öncelikli hedefleri nedense.

Bir türlü başarılı olamıyorlar. Çocuklar gemide bir nevi Sineklerin Efendisi’ni yaşıyorlar. Gerçekten çocukları bile öyle uzun süre tek başlarına bırakmamak lazım. Neler olmuyor neler. Animenin psikolojik yanı da burada işte.

Ve geldik sonunda çözülen gizemlere: Bu Geduld denilen alanların en en derinlerde olanlarında bir tür yaratık yaşayabiliyor. Ryvius ve diğer gemiler eğer güneşte tekrar bir patlama olursa insanların bu gemilerle korunup bir süre yaşamını devam ettirmesi için bu yaratıkların gücüyle yapılmış. Vaia gemileri deniyor bunlara. Bizim pembeli kız – adı Neya – ve diğerlerinde olan yaratıklara Sphinx deniliyor ve geminin gücünü veren asıl bu yaratıklar oluyor. Geminin tam kontrolünü sağlamak için Sphinx ile kaptanın tam bir bağ yakalaması gerek; ancak bundan dolayı kaptanlar bir süre sonra çıldırıyor.

Son savaşın ardından yetkililer sonunda ‘Yok biz çocukları kurtaralım.’ demeyi akıl ediyor. Çocuklar kurtarılıyor. Aradan birkaç ay geçtikten sonra yetkililer çocuklara ulaşıp ‘Biz gemiyi sizin gibi hareket ettiremiyoruz. Neya sizi istiyor herhalde. Haydi bir çıkın dolanın.’ diye davet ediyorlar. Çocukların hemen hemen hepsi kabul ediyor, yolculuğa çıkıyorlar ve animemiz bitiyor.

Moyashimon ve Moyashimon Returns

Moyashimon 11 bölümlük ilk sezonun, Moyashimon Returns de yine 11 bölümlük ikinci sezonun adı. Bölümler 22-23 dakika sürüyor ve sonlarında ağırlıklı olarak o bölümde adı geçen mikrop ya da bakterilerin tanıtıldığı Mikrop Tiyatrosu isimli mini bölümler var.

Moyashimon ve Moyashimon Returns de bana daha Japon gelen animelerden. Animenin adı mayalanma anlamına gelen Moyasu fiilinden geliyor. Zaten göreceğiniz gibi mayalanma süreçleri ve bunu sağlayan bakterilerden bolca bahsediliyor.

Kahramanlarımız soya sosu vs. yapan bir ailenin küçük oğlu olan Tadayasu Souemon Sawaki ve Sake üreticisi bir ailenin oğlu olan Kei Yuuki’nin Tarım ve Hayvancılık Okulu’na girmesiyle başlıyor. Tadayasu ve Kei çocukluk arkadaşı. Tadayasu’nun özel bir yeteneği var ki mikrop, bakteri gibi minik ötesi yaratıkları çıplak gözle görebiliyor ve onlarla konuşabiliyor. İki arkadaş bir yandan okula alışmaya çalışırken bir yandan da başlarına ilginç olaylar gelmeye devam ediyor.

Ele alınan diğer kişiler arasında Profesör İtsuki, asistanları Haruka Hasegawa ile Aoi Muuto, ikinci sınıf öğrencileri Kaoru Misato ile Takuma Kawahama ve yine okula yeni başlayıp bu gruba dahil olan Hazuki Oikawa var.

Tadayasu ailenin küçük oğlu olmasına karşın ağabeyi kaçıp kendine başka iş bulduğundan aile işini devralma görevi kendisine yüklenmiş. Mikropları görüyor olmasının iyi mi kötü mü olduğuna karar verememiş, gelecek planı veya bu konuda ne bir düşüncesi ne de isteği olan günü kurtarma üzerine kurulu bir hayat benimsemiş durumda. İlerleyen bölümlerde de bunu sorgulamak durumunda kalıyor. Kei Sake üreticisinin oğlu olmakla kalmayıp bu işi oldukça seven ve benimseyen biri. Zaten okula başladıktan kısa bir süre sonra Profesör İtsuki’nin arkadaşının işlettiği, politikacıların falan bir araya geldiği gizli bir Sake barında çalışmak için okuldan izin alıp kız kılığına giriyor ve animenin devamında karşımıza hep bu şekilde çıkıyor.

Haruka zengin bir ailenin kızı, aile evliliği için kendisine sunulmuş bir eş adayından kaçmak için üniversitede kalmaya devam ediyor, bu baskıyla çalışmalarında ilerlemek de istemiyor. Aoi oldukça güzel olmasına karşın bunu önemsemeyen ve öne çıkarmayan, herhangi bir gelecek planı olmadan yaşayan biri. Sake içmeyi de çok seviyor. Misato ve Kawahama yarım yamalak bilgileriyle biraz da kandırmacalara başvurarak ellerinde olan her şeyden para kazanmaya çalışan iki kafadar. Oikawa ise hijyen hastası bir kız.

Ağırlıklı olarak bu kişiler etrafında dönen olaylarla birlikte soya sosu ve sake başta olmak üzere çeşitli mayalama süreçleri ve bunların sonucunda ortaya çıkan ürünlerle ilgili bilgiler de edinmiş oluyoruz.

Mousou Dairinin – Paranoia Agent

Mousou Dairinin benim en sevdiğim türlerden biri olan psikolojik bir anime. Gerçi içinde yok yok o ayrı. 24:32 dakikalık 13 bölüm nasıl bitiyor anlamıyorsunuz. Hem romanı hem de animesi var. Perfect Blue, Millennium Actress ve Tokyo Godfathers filmlerinin yönetmeni Satoshi Kon bu dizide de iş başında. Müzikler Susumu Hirasawa’ya ait.

Tsukiko Sagi karakter tasarımı üzerine çalışan bir kadın. Oldukça utangaç. Son çalışması küçükken sahip olduğu köpeğinden esinlenerek yaptığı Maromi karakteri. Maromi inanılmaz bir başarı yakalayınca Tsukiko Sagi hem meşhur oluyor hem de yeni işler için baskı altına alınıyor. Baskılara daha fazla dayanamadığı bir anda şapkalı, kıvırcık saçlı, altın renkli patenleri ve yine altın renkli, yamuk beysbol sopasıyla bir çocuğun kendisine saldırdığını iddia ediyor. Çocuk daha sonra Beysbol Sopalı Oğlan adıyla ünleniyor ve kendini köşeye sıkışmış hissedenlerin karşısına çıkıp onları öldürmeye çalıştığına inanılıyor.

Bir yandan bu çocuk başka başka insanlara saldırmaya devam ederken, bir yandan da Maromi’nin ünü arttıkça artıyor. Konuyu araştırırken başarısız olup işten atılan dedektifler, altın rengi patenleri olduğu için gözden düşen okulun gözde öğrencisi, şişman ve iyi olmaya çalışan başka bir öğrenci, kızına aşık bir polis, çift kişilikli bir kadın saldırıya uğrayan ve hayatlarına göz attırıldığımız diğer sorunlu kişiler arasında.

Maromi fanatikliği ve Beysbol Sopalı Çocuk çılgınlığı iyice çığırından çıkarken çocuk dedektifin evine gelip karısının karşısına çıkıyor. Kadının orada yaptığı konuşma bence oldukça güzeldi.

En nihayetinde dedektifler Maromi ve Beysbol Sopalı Çocuk’un aynı şey olduğunu, ikisini de Tsukiko Sagi’nin yarattığını ve aslında yeni olmadığını ortaya çıkarıp olayı çözüyor ve Japonya’yı kurtarıyorlar.

Ara ara da bir anime nasıl yapılıyor, hangi aşamalardan geçiyor ve  yaratılırken üzerinde çalışan insanların meslekleri ile ne iş yaptıkları anlatılıyor. Bu da güzel bir ayrıntı.