Etiket arşivi: Macera

Miyori no Mori (Miyori'nin Ormanı)

Miyori no Mori – Miyori’nin Ormanı

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı) 2007 yapımı, 107 dakikalık bir anime film. Bazı Stüdyo Ghibli filmlerinin sanat yönetmenliğini yapmış Nizo Yamamoto bu filmde ilk kez yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. 2004’te Hideji Oda’nın yazdığı mangadan uyarlanmış.

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı) esas kız Miyori’nin bebekliğinden bir sahneyle başlıyor. Ailesiyle dede ve ninesini ziyarete giden Miyori piknik yaparlarken bir anda ortadan kaybolur. Hemen aramaya başladılarsa da Miyori’yi ancak bir süre sonra devasa bir kiraz ağacının dallarına tırmanmış halde bulurlar. Miyori’nin yanındaki dedenin köpeği Kuro (siyah) da beyaza dönmüştür. Nedense o kadar da sorgulamazlar bu olayı. Onlar ararken biz görürüz ki; Miyori’yi oraya muhtemelen orman perileri götürür. Kiraz ağacının da bir perisi vardır ve Miyori’ye bu ormanın ona ait olduğunu söyler.

Zaman geçer, 10 yıl sonra Miyori’nin annesi ve babası ayrılır, Miyori babasıyla kalır; ancak onunla ilgilenemeyecek olan baba kızını kendi ailesinin yanına götürür. Böylece Miyori 10 yıl aradan sonra kendi ormanının olduğu köye geri döner. Tabi ki bu olayla ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Asabi, huysuz şehir kızı Miyori bu köyde kalmayı istemese de yapabileceği pek bir şey olmadığı için ormanda gezinmelere başlar. Orman perileri Miyori’nin geri geldiğini öğrenince harekete geçerler. Kendilerini ona gösterip anlattılarsa da Miyori onlara inanmaz ve umursamaz. Bu arada ninesi ona perilerle/ruhlarla ilgili şeyler anlatır. Bir süre sonra Miyori hem bu yaratıkları kabul etmeye, hem de ninesinin ormanın şu anki koruyucusu olduğunu, bu görevin kendisine geçeceğini öğrenir.

Elbet bir sıkıntı da olmalıdır ki, ormanın koruyucusu kahramanımız gerçek bir kahraman olabilsin. Köye bir grup adam gelip araştırma yağmaya başlar. Bunun bölgeye yapılması planlanan bir barajla ilgili olduğunu, baraj yapılırsa ormanın ve köyün sular altında kalacağını öğrenen Miyori ormanı kurtarmak için seferber olur. Hem okul arkadaşları hem ninesi hem de orman perilerinin yardımıyla baraj projesine engel olan Miyori kahramanlık görevini yerine getirip ormanın koruyuculuğu görevini devralma isteğini de ortaya koymuş olur. Arada bir yerde Miyori’nin annesi köye gelip Miyori’yi yanında götürmek ister. Miyori annesinin onu değil de kendisini düşündüğünü bildiği için onunla gitmek istemez. Annesi de köyden nefret eden, sürekli bir şeylerden şikayet eden bir kadın bu arada.

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı)’nda benim asıl dikkatimi şey şu oldu: Baraj için gelen adamlar tehlike altında olan bilmem ne kartalını arıyorlar. Çocuklar sanıyor ki, kartal bulunursa vazgeçecekler. Ne yalan söyleyeyim ben de öyle olacağını düşünmüştüm. Çocuk muyum ne? 😀 Adamlar bulunca öldürüp ne pahasına olursa olsun barajı yapabilir hale gelmek istiyorlarmış meğer. Kapitalist kötü dünya ve saf çocuklar. Doğayı, dünyayı o saf çocuklar kurtaracaklar. Sanırım böyle bir sonuç çıkarılabilir. Bilemedim, sonuç çıkarma konusunda pek iyi değilimdir. 🙂 Çizimleri yine benim hayranı olduğum tipte değil, hafif rahatsız etti. Tekrar izlemem; ama izlediğim için pişman da değilim.

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni 2014 yapımı 50 dakikalık bir anime film. Yönetmenliğini Naoya Kurisu yapmış. 2014 yapımı olsa da çizimleri son derece kötü baştan belirtmekte fayda var. Bunun yanında farklı bir konusu var.

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni “iyi uykular bebeğim, gökyüzü beşiğinde” anlamına geliyor ve kahramanımız Satomi’nin kızı Orine için söylediği ninninin sözleri. Satomi eşiyle birlikte hastaneden dönerken başlıyor film. Arabada Satomi yeni doğmuş Orine’ye bu ninniyi söylüyor. Bu arada benim dikkatimi çeken şey Orine’nin gayet muntazam ve olması gereken şekilde pusette duruyor olmasıydı. 🙂 Ninni bitiminde trafik kazası oluyor.

Sonraki sahnede 19 yaşına gelmiş Orine’yi görüyoruz. Genç bir kız olarak polislerden kaçıyor. Artık bir hayatı olduysa. Sonra bir takım insanlar erkek arkadaşının onlarla birlikte olduğunu ve istediklerini yaparsa ikisini birden kaçırabileceklerini söyleyince mecburen kabul ediyor ve kendini uzayda buluyor. Açıklamalar pek yok, ne olduğunu anlamakta zorlanıyor insan.

Zar zor anlıyoruz ki, uzay üssü gibi bir yer, kaçak bir profesör ele geçirmiş burayı ve bir şeyler yapıyor. Buradan dünyadaki bütün sunucularda Orine’yi arayan bir tür yapay zeka gibi bir şey. Bu nedenle Orine’yi getiriyorlar aslında; ama Orine’ye bundan bahsetmiyorlar tam olarak sanırım. Orine’den istedikleri de içeriye girip verdikleri çip gibi şeyi oraya yerleştirmek. Böylece üssü geri alabilecekler.

Orine baya kararlı bir şekilde yapmaya gidiyor, annesini görünce şok oluyor. Annesiyle sohbet etmek, onunla bir şeyler yapmak hoşuna gitmeye başlıyor. Hoşuna gitmese de kendinden istenen şeyi yapıyor ve bu sırada Satomi’nin yapay bedenindeki deformasyona tanık olup kafası karışıyor.

Üssü ele geçirme çalışmaları devam ederken Orine profesörle karşılaşıp annesinin verdiği hücre örneği gibi bir şeyle bunları yaptığını, başkalarıyla da denediğini; ancak kimsenin Satomi gibi olmadığını, Satomi’nin ise ağa bağlanır bağlanmaz her yerde Orine’yi aradığını anlatıyor. Bu arada Orine’nin suçlu olduğunu da öğrense de bahsetmiyor. Satomi son anda bile Orine’yi kurtarmak için çabalıyor. Anne yüreği işte. Orine’yi buraya getiren adamlar Satomi’nin hareketleri sonucu üssü terketmek zorunda kalıyor. Orine son kez annesiyle buluşup sarılıyor ona, profesör ve Orine de son anda üsten kaçmayı başarıyor. Sonrasında ikisi de yeni bir hayata başlıyor sanırım.

Sanırım diyorum birçok şeye; çünkü anlamakta güçlük çektiğim bir gerçek. Baştan da belirttiğim gibi Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni’ninçizimleriçok kötü. Ayyy hele o Orine’nin bebeklik hali yok mu. Akıllara zarar. Chuckyhalt etmiş yanında. 😀 Yine de zaman kaybı diyemem; çünkü enteresan, öyle sık sık karşılaşmayacağımız bir konusu var. Şans vermeye değer..

Müziği Hitotsu Dame’yi oyun müziği yazarı Kawagen yazmış ve Ann seslendirmiş.

metropolis

Metropolis

Metropolis, Osamu Tezuka’nın aynı adı taşıyan mangasından esinlenerek oluşturulmuş bir anime film. 2001’de Rintarou yönetmenliğinde yapılan 113 dakikalık film, mangadan farklı bir seyir izliyor.

Metropolis robotlar ve insanların bir arada yaşadığı,gelecekte bir şehir. Her ne kadar birlikte yaşıyorlar desek de, robotlar ağırlıklı olarak sevilmiyor ve hatta şehrin alt bölümlerine atılmış durumda. Kahramanlarımız Shunsaku Ban ve yeğeni Kenichi Metropolis’e gelmeleri Ziggurat’ın açılış şenliklerine rastlıyor. Shunsaku dedektif ve organ ticareti suçuyla aranan çılgın profesör Laughton’u arıyor. Laughton ise Red Dük için Metropolis’i yönetecek özel bir robot yapmakla meşgul. Red Dük animenin klasik kötü karakteri. Ziggurat’taki özel tahta oturacak olan özel robot Tima oradan dük adına şehri yönetecek ve şehri uzaya taşıyacaktır. Hayaller hayaller…

Dük’ün üvey oğlu robotlardan nefret eden, babasını da mutlak güç ve tahta oturması kişi olarak gören bir çocuk. Babasının kendisini takdir etmesi için bizzat babasına bile karşı çıkan bir karakteri var. Rock gizlice Tima’yı öğreniyor ve yok etmek için profesörün laboratuvarını yakıyor, Tima tesadüfen oraya kadar ulaşan Kenichi ile kaçıyor. Lağımdan alt katlara düşen Tima ve Kenichi yukarıya çıkma, Rock ve Red Dük de ayrı ayrı Tima’yı bulma telaşına düşüyor.

Tima robot olduğunu bilmiyor bu arada. Kenichi ona konuşmayı ve yazmayı öğretiyor bu süreçte. Bol bol Kenichi yazıyor. 😀 Bu arada alt katlardan birinde robotların işlerini ellerinden almasından şikayetçi fakir ve işsiz halktan devrimcilerle tanışıyorlar. Sonunda yüzeye ulaştıklarında Rock Tima’yı öldürmeye çalışıyor, Red Dük Rock’u evlatlıktan reddediyor, Red Dük’ün fazla güç kazanmasından rahatsız olan hükümet orduyla birlikte gizlice devrimcileri destekleyeceğini söylüyor. Devrimciler harekete geçince ise ordu komutanının Red Dük’le işbirliği yaptığı ortaya çıkıyor. Robotlar sadece robot oldukları için ağır bir kıyıma uğruyor; ama devrimciler de oyuna getirilmiş olarak robotlarla aynı sonu paylaşıyorlar.

Red Dük mutlak güç olarak Ziggurat’taki tahta Tima’yı oturtmak suretiyle Metropolis’i tamamen ele geçirme hedefine nihayet ulaşmak üzereyken robot olduğunu öğrenen Tima mutsuzluk ve hayal kırıklığıyla tahta oturuyor. Tahtla bütünleşen Tima Red Dük’ün beklentisinin aksine ona itaat etmektense insanları ve şehri yok etmek üzere hareket etmeye başlıyor. Kenichi Tima’yı tahttan ayırmayı başarıyor; ancak Tima onu da öldürmeye çalışıyor. Bu arada bir yandan da şehir yerle bir olmakta. Son anda öyle bir hale geliyorlar ki Tima düşmek üzere, Kenichi onu kurtarma telaşında, Tima ise işbirliği yapmıyor ve düşerken muhtemelen kendine gelip Kenichi’yi hatırlıyor ve insan olduğunu düşündüğü haline dönerek ölmüş oluyor.

Metropolis ağır hasar almış, Ziggurat yıkılmış, her yer yerle bir, robotlar ve insanlar bir yandan neler olup bittiğini anlamaya çalışarak hayretle bakarken bir yandan da hayatn devam etmek zorunda olması gerçeğini yaşamaya başlıyorlar. Shunsaku Japonya’ya dönmeye karar veriyor. Kenichi ise diğer robot arkadaşlarının getirdiği Tima’nın parçalarıyla bir süre daha bu şehirde kalmak istediğini söylüyor amcasına.

Metropolis uzun süredir listemde izlenmeyi bekleyen filmlerden biriydi, sonunda izledim ve mutluyum. 🙂 Şimdi bu robotların suçu ne? Robotları yapan insan, robotlardan şikayet eden yine insan, robotları yok etmeye çalışan da insan, onlardan hala faydalanmaya ve pis işlerini yaptırmaya çalışan da insan. Bu ne yaman çelişkidir anlamak mümkün değil. Robotlar gerçekten duygusuz mudur? Sadece söyleneni mi yapar veya sadece söyleneni mi yapmalıdır? Kendi iradesi varsa bile bunu kullanarak karar vermesi kötü müdür? Onlardan beklenen tam olarak ne gerçekten? Ne kadar gelişmiş olursa olsun siyasi çekişmeler yine aynı, işsizlik yine aynı, hükümet ve halk yine aynı durumda, bir değişiklik yok mu gerçekten yoksa bu filmleri yapanların beyinleri içinde bulundukları zamandan kurtulamadığı için ancak ve ancak gördüklerini mi yansıtıyorlar ne dersiniz?

Ben pek böyle olduğunu düşünmüyorum açıkçası, tarihi metinlerde veya hikayelerde en çok hoşuma giden şey de budur. Bundan binlerce yıl önce bile insanların tıpki bugünküler gibi şeyleri sorun ettiklerini görüyorum, ne düşünmem gerektiğine karar veremiyorum. Hiç yol katedememişiz demek ki diyorum bir yandan. Diğer taraftan da garip bir şekilde mutlu oluyorum. İlginç hisler…

Metropolis hayatımızı kolaylaştırmak için bugün istediğimiz şeylerin acaba gerçekten de hayatımızı kolaylaştıracak mı yoksa başka sorunlarla birlikte zorlaştıracak mı sorgusunu yaptırıyor bence bize. Bir yandan modern, diğer taraftan bir nevi kast sistemi gibi katı bölümlere ayrılmış bir şehir. Bir yandan çok zengin, diğer taraftan çok fakir. Sahi gelecek nasıl olacak?

Film Müziği: Ağırlıklı olarak Toshiyuki Honda’nın yazdığı jaz ve orkestra müzikleri kullanışmıştır. Atsuki Kimura’nın St. James Infirmary Blues yorumu ile bitiş müziği olarak Minako “Mooki” Obata’nın There’ll Never Be Good-Bye şarkısı da kullanılır.

Muv-Luv Alternative: Total Eclipse

Muv-Luv Alternative: Total Eclipse

Muv-Luv Alternative: Total Eclipse, bir çok ürünün arasında ” Durun bunun animesini de yapalım.” denilerek ortaya çıkmış desek yeri. Muv-Luv 2003’te yetişkinliklere yönelik oyun olarak çıkıyor. Devam oyunları, mangalar, hikayeler derken 2012’de Muv-Luv Alternative: Total Eclipse adlı tefrika roman animeye dönüştürülüyor. Anime serisi ortalama 24:30 dakikalık 24 bölümden oluşuyor. Yönetmenliğini Masaomi Ando yapıyor. Dolu dolu 24 bölüm, olaylar olaylar, toparlayıp yazmak gözümü korkutuyor resmen. Bir yerden başlamak lazım ve başlıyoruz:

Yıl 1967. İnsanoğlu Marslılarla ilk kez temas ediyor. Yalnız bu bir hayli kötü sonuçlar doğuruyor. Tek amacı insanlığı yok etmek olan uzaylılar, BETA, ile 1. Ay Savaşı yapılıyor. 1973 yılına gelindiğinde ise BETA ilk kez dünyaya ayak basıyor. Sonra 1997 yılına zıplayıp esas kızımızın gençliğini görüyoruz. Esas kızımız Yui Takamura Japonya’da Yüzey Pilotluğu Eğitim Okulu’nda öğrenci olarak çıkıyor karşımıza. Bu arada dünyada birçok yer BETA işgaline uğramış, birçok insan ülkesini kaybetmiş ve Japonya da zor bir durumda. 1998’de o kadar zor durumda ki öğrenciler bile bir anda kendilerini savaşın ön saflarında buluyor, Yui 5 arkadaşını bu ilk savaşlarında kaybediyor. Hem de BETA tarafından yenilmek üzereyken kendisine daha öncesinde öldürmesini yalvarır halde. O savaşın sonunda kendine geldiğinde düşünüyor: “Yaşayanlar ölüleri saymayı ne zamandan beri bıraktı acaba? Dünya gerçekten yok oluşa doğru mu gidiyor acaba?”

3 yıl sonra Alaska’daki Birleşmiş Milletler’e ait Yuukon Üssü’ndeyiz. BETAlarla savaşmak için Taktik Yüzey Savaşçıcı – TSF denilen robotlar kullanılıyor ve ülkesini kaybetmiş ülkeler TSF üretim ve geliştirme faaliyetlerine BM bünyesinde bu gibi üslerde devam edebiliyor.

Kahramanlarımız da Japon-Amerikan TSF geliştirme ekibi, XFJ Projesi’nde çalışan insanlar. Bu ekip çok uluslu. Projenin başında Yui Takamura var. Plotlar Amerika’dan Yuuya Bridges; Japon-Amerikan melezi, babasını tanımıyor, dedesi başta olmak üzere insanlardan Japonlarla ilgili hep kötü şeyler duyduğu için kendini sadece Amerikan olarak tanıtıyor. Aynı zamanda Japon olduğunu inkar ediyor. İsveç’ten Stella Bremer; büyük göğüsleri ve nişancılığıyla öne çıkıyor. İtalya’dan Valeria Giacosa; uzun boylu uzun saçlı yakışıklı İtalyan erkeği imajında ve sürekli birilerine asılıyor. Nepal’den Tarisa Manendal; kısa boylu, esmer tenli yenilgiyi kabul edemeyen bir pilot. Ekibin en yüksek rütbelisi, komutanı da Türkiye’den İbrahim Doğulu; vakti zamanında daha yüksek rütbeliyken emirleri hiçe sayıp BETAlardan kaçan mültecilere yardım ettiği için rütbesi düşürülüyor.

Bir de Sovyet ekip var. Meşhur Scarlet Twins denilen kızlar Cryska ve İnia. Bu kızlar da başlı başına bir proje. Bir tür çalışma sonucunda oluşturulmuşlar, harika bir pilotluk sergiliyorlar. İnsan ilişkileri ise ağırlıklı olarak çok kötü. Küçük olan İnia Yuuya’ya ilgi duyuyor. Böylece Yuuya Cryska’nın da dikkatini çekiyor.

Yuuya ve Yui başlarda hiç anlaşamıyor. Projenin bir yer varamayacağını savunuyor; ama zamanla hem buzlar çözülüyor, hem de yakınlaşmalar ve kıskançlıklar başlıyor. Hikayemizdeki esas kızın Yui olduğunu söylemiştik, esas oğlan da Yuuya. Kendini beğenmiş Japon düşmanından “Bu projeyi başarılı hale getireceğim. Herkes Japon TSF’lerinin en iyisi olduğunu görecek.” noktasına geliyor.

Bağımsız çalışmaların yanında ortak çalışmalar da yapılıyor. Bunlardan bir tanesi de Kamçatka’da savaş saflarında yapılacak. Sovyet üssünde kalıyor bütün ekipler. Japonların geliştirdiği yeni bir silah var TSF için. Yui ikna ediyor herkesi ve gizli olmasına rağmen silahı Kamçatka’ya getirtiyor. İlk gün silah görücüye çıkıyor ve inanılmaz bir başarı sergiliyor. Hiç gerçek savaşa katılmamış Yuuya bu silahla dünya rekorunu kırınca herkesin gözüne batmaya başlıyor. Diğer ekiplerden kimse sevmiyor Yuuya’yı. Sovyet ekibi İnia ve Cryska’yı da sevmiyor; ama bunun nedeni başka. Ön saflarda savaşanlar hep Sovyetlerin işgal ettiği ülkelerden çocuklar, Rusları kaçırıp geri kalanları savaşa zorluyorlar. Dönelim plana. Sonraki BETA saldırısında nedense silah çalışmıyor; ama ekibi yine de sahaya çıkmaya zorluyorlar. BETA’lar bitti derken bir anda yer altından üsse doğru gelen bir grup fark ediliyor. Yui ve İbrahim bir dolaplar döndüğünü anlıyor çoktan. Telsizler ve iletişim kanalları kapanıyor. Meydandaki BETA’lar bitmesine rağmen Sovyetler pilotlara yerlerinden ayrılmama emri veriyor önce, sonra da pilotlara birbirlerinden ve üsten uzakta noktalar belirleyip geri çekilme emri verilirken üstekilere de üssü boşaltma emri veriliyor. Tabii ki bütün alet edevat geride kalacak şekilde. Yui ve hangarda saklanmış bir personel geride kalmayı başarıyor. Vincent elindeki radyoyla zar zor Yuuya’ya ulaşıp Yui’nin geride kalıp silahı yok etmeye çalıştığını haber vermeyi başarıyor. Silahı yok etme çalışmaları ise pek başarılı değil, sistem çalışmadığı için. Hangara BETA’lar saldırıyor, her şey bitti derken Stella ve Yuuya Yui’yi kurtarıyor. Yuuya’nın fazla hasarlı TSF’si kaçmayı başaramıyor. Savaşıp köşe sıkışmışken bu kez Sovyet ekip gelip Yuuya’yı kurtarıyor. Uçaklar görünüyor, yardıma geldiklerini düşünen Sovyet ekip bir anda üstlerine inen bombalardan hiç de öyle olmadığını anlıyor. Sonra bir anda Lazer Sınıfı BETA’lar çıkıyor ortaya ve uçakları yok ediyor. Sovyet ekip bunlarla savaşmak için giderken diğer yandan Scarlet Twins geride iz kalmamasını sağlamak için bu ekibi yok etmek amacıyla peşlerinden gönderiliyor ve her şey örtbas edilmiş oluyor.

BM bütün bu olanlardan sonra bir zahmet bu çalışmayı iptal ediyor. Bir sonraki etkinlik Yuukon Üssü’nde farklı ülkelerden ekiplerin birbirlerine karşı savaşması üzerine kurulu. Bu kez Amerika’dan da bir ekip geliyor. Yuuya ile araları iyi değil tabi. Aşk meşk, kıskançlık, rekabet olayları arasında üsse çok sistematik bir saldırı gerçekleştiriliyor Mülteci Kurtuluş Cephesi tarafından. İstekleri gerçek özgürlük ve eşitlik. Bardaki arkadaşları Natalie de onların arasında; ama bizimkilere bilgi vermeye çalışırken bir arkadaşı tarafından öldürülüyor. Teröristler bu bölgede bulunan bir laboratuvardan da haberdar. BETA’lar üzerinde deney yapılan bir laboratuvar… Oradaki BETA’ları salıyorlar. Amerikalılar, Ruslar, teröristlerin içlerindeki hainler herkes bir şeyler saklıyor, Dünya böylesine kötü bir durumdayken bile herkes birbirini yok etme derdinde. Sonunda ise sanki kimse başka hiçbir şey yapmamış gibi BETA’ları yok etme derdine düşüyor. Teröristler başarısız olduklarını görünce intihar ediyor. Teröristlerin de içlerindeki hainlerin de Master dedikleri bir adam var. Bu adam neyin nesi ve amacı ne acaba? Hain grubunun başı Crsyka ve İnia’nın başka bir moda geçmesini sağlıyor. Her şeyi yok etme modu! Gel gör ki kızların içindeki Yuuya aşkı işe yarıyor ve Yuuya’yla savaşırken son anda eski hallerine dönüyorlar.

Sonuç; yaralılar, ölüler, açıklamalar… İnia hastanede yatıyor. Yui Japonya’ya çağırılıyor. Projeye devam edilmeme ihtimali var. Gitme hazırlığında Yuuya kesinlikle geri dönecek diye veda etmiyor. Yui de döneceğim diyor. Gitmeden önce Cryska çıkıyor karşısına. “Sana söylemem gereken bir şey var. ” Kapanış müziğini görüyoruz ama sabredin sonrasında minicik bir kısım daha var.

            Cryska: Düşmanız demek oluyor.

Yui: Hayır, daha karmaşık ve zorlu.

Cryska: Düşmandan daha zorlu olan şey nedir?

Yui: Aşk rakibi.

Bitti. Haydi geçmiş olsun. Bence oldukça sürükleyici bir anime. Nasıl bitmiş 24 bölüm anlamıyor insan. Her şeyden biraz biraz var içinde. Aynen hayatın kendisi gibi… 2016 başlarında bu seriden  Schwarzesmarken romanları da animeye uyarlanmış. Ona da bakalım 🙂

Açılış Müzikleri: Koda Kumi’den Go to the Top ve Aki Hata’dan Doubt the World

Kapanış Müzikleri: Minami Kuribayashi’den Signs – Sakutsuki Hitoyo- ve Ayami’den Revise the World

Murder Princess - Mādā Purinsesu

Murder Princess

Murder Princess Sekihiko Inui’nin 2005-2007 yılları arasında yayınlanan mangasından uyarlanan, 2007 yılında gösterilen  6 bölümlük bir anime. Yani deneme yapılıp kısa kesilmiş. Bölümler ortalama 24 dakika sürüyor.

Anime sarayda bir isyanla başlıyor. Prenses gizli geçitten kaçırılıyor, hizmetçisi prensesin yerine geçiyor şeklinde klasik bir akış. Sonrasında kaçan Prenses Alita ormanda bir canavarla karşılaşıyor, korkuyla koşarken ödül avcısı  Master Faris’le karşılaşıyor. Canavar peşinden gelince paniğe kapılan Prenses Alita ikisinin birden uçurumdan düşmesine neden oluyor. Düşerken bir ışık, aşağıya nispeten yavaş bir iniş ve sonucunda ruhlarının yer değiştirmesi. Ruhlar Yasası deniyormuş buna, iki kişi aynı anda ölümle karşı karşıya kalınca yer değiştirebilirlermiş. Sonuç olarak prenses ödül avcısının, ödül avcısı da prensesin vücudunda.

Prenses Alita gözünün önünde devasa bir canavarı öldüren Faris’ten sarayı ve ülkeyi kurtarmasını istiyor ve ödül olarak da kendini sunuyor. Faris kabul ediyor. Yanındaki iki yaratık yardımcısı ve prensesle saraya gidiyorlar. İsyanın başındaki profesörü yeniyorlar ve Faris prensesin vücudunda taç giyiyor.

Profesör geri adım atmıyor, yine saldırıyor hem de taç giyme seremonisi sonrasında yapılan geçit töreninde. Prenses canavarı öldürüyor ve halkın güvenini kazanıyor. Bu arada Faris’in vücudundaki Prenses Alita da öldürülen eski hizmetçisinin adını alarak Mirano adıyla Prenses’e hizmet ediyor. Profesör Mirano’yu kaçırmayı başarıyor. Prenses kurtarmak için gittiğinde gizemli bir savaşçı yardım ediyor. Bir de bakıyorlar ki bu gizemli savaşçı uzun süredir haber alınamayan Prens Kaito! Aman Allah’ım gerçek kral geri döndü. 😀 Kaito taç giyiyor, ama Kaito’yu zırhının içinde bir cadıyla işler çevirirken de gördüğümüz için aslında kötü adam olduğunu anlıyoruz çoktan. Sadece amacını bilmiyoruz; ama onu da öğreneceğiz elbet. Zaten hepi topu 6 bölüm. 😀

Cadı Prenses Alita’yı gizli odaya götürüp kapısını açmaya çalışıyor. Bir şeylerin ters gittiğini anlayan prenses cadıyla savaşmaya başlıyor. Bu arada cadı şu an prenses kılığındaki Faris’in köyünü yakıp babasını öldüren kişi. Prenses ve Cadı savaşırken araya zırhıyla Kaito giriyor. Çarpışma taht odasının duvarlarının yıkılmasına neden olunca Prens Kaito asıl asiler bunlar diyerek Prenses ve ekibini hedef gösterince çevreleri sarılıyor.

Zar zor kaçıyorlar, prenses yaralı. Kaçarken profesörün yardımcısı robot kızları da yanlarına alıyorlar. Kızlar profesör de cadı tarafından kullanıldı, her şey Teoria yüzünden deyince Prenses Alita ‘Nedir peki bu Teoria?’ diye soruyor haklı olarak.

Açıklıyoruz; Teoria geçmiş döneme ait teknolojinin kaynağı. Bir zamanlar insanlık Teoria ile bilim ve teknolojinin zirvesine ulaşıyor. Sonucunda ise bu teknolojiyle ormanlardaki canavarlar veya Faris’in yardımcıları gibi yaratıklar oluşturulup herkes birbiriyle savaşıyor. İnsanlık tamamen yok olmanın eşiğindeyken geriye kalan birkaç kişi Teoria’yı bir yere kilitleyip kullanımını yasaklıyor. İnsanlık tarihi yeniden başlarken Teoria’nın kilidini açma ve kullanma hakkı sadece bir ailenin kız çocuklarına veriliyor. Şu anki kilit kim dersiniz? Tabii ki Prenses Alita başka kim olacaktı?!

Bilgiler tamam, Teoria ile her şeyi yapmak mümkün. Vücutlarına geri de dönebilirler. Kızlar bunun peşinde ama daha önemlisi kötü Prens Kaito’yu durdurmak istiyorlar. Zar zor şehre dönüp gece saraya baskın yapıyorlar. Saraydaki herkes zaten bunları beklediği için bu açıdan başarılı olduğu söylenemez. Prenses Alita, Mirano, cadı ve Prens Kaito gizli odaya giriyor. Kıran kırana mücadeleyi Prenses Alita kazanıyor; ama Teoria aktif edilmiş halde. Durdurmanın tek yolu tamamen durdurmak. Eğer bunu yaparlarsa Faris’in yardımcıları dahil eski teknolojiyle hayatta olan her şey de yok olacak. Zor bir karar olsa da sonunda durduruyorlar. Yardımcılar veda ediyor Masterlarına. 😢

Sürekli savaş meydanlarında yer alan Prenses Alita’ya düşmanları Murder Princess adını takıyor. Kendi çaplarında düzen kurup öyle yaşamaya devam ediyorlar işte. 🙂

Müzikler:

Açılış Müziği: BACK-ON’dan Hikari Sasuhou

Kapanış Müziği: Romi Park’tan Naked Flower

Neoranga anime

Neoranga

Neoranga 1998 yapımı 2 sezonda 48 bölümden oluşan bir anime. 48 bölüm olduğuna bakmayın, bölümler 12 dakika dahi sürmüyor.

Shimabara kardeşler ailesini kaybetmiş, abla Minami’nin evi geçindirdiği 3 kız kardeş. Bir gün evlerine bir çocuk geliyor. Barou Hanedanlığı’ndan geldiğini, yeğenleri olduğunu, ağabeyleri Masaru’nun öldüğünü, krallığın kalıtsal olarak kendilerine geçtiğini ve Barou Adası’na davet edildiklerini söylüyor. Kız kardeşler başta önemsemeseler de bedava tatil fikriyle gitmeye karar veriyorlar.

Shimabara kardeşler adayı koruyan Tanrı Neoranga’yı öğreniyorlar. Taşların üstüne kazınmış şekillerin oynaması kızları o kadar da etkilemeyince Neoranga’ya seslenmeleri söyleniyor. Sonuç; sular arasından yükselen dev bir yaratık: Neoranga. Tokyo’daki yaşantılarına geri dönüyorlar; ama Ranga da onlarla birlikte gidiyor. Başta büyük bir kriz olsa da Amerika’nın Barou Hanedanlığı’nı tanıması gibi gelişmelerle Japon Hükümeti de geçici olarak saldırmayı bırakıyor.

Shimabara kardeşler içinse Kaotik bir hayatın başlangıcı olduğu su götürmez. Siyasi olaylar, mahallelilerin tepkileri. Bahçelerinde ülke içi hatta uluslararası sorun haline gelen bir Tanrı. Ranga’nın gücünü iyilik için, adalet için kullanabileceklerine inanıyorlar. Abla Minami şirketinin batmasının ve kardeşlerinin okul paralarının da etkisiyle Ranga üzerinden gelir etmeye odaklanmış olarak çıkıyor karşımıza.

Japonya’daki gizli bir örgüt olan Kyoshinkai içinde barındırdığı siyasiler aracılığıyla resmiyet kazanıyor. Kyoshin adı verilen, Ranga’ya benzeyen yaratıkları Japonya’nın çeşitli yerlerinden bulup uyandırıyor ve Ranga’ya karşı savaşıyorlar. En sonuncusu ve en güçlüsü dedikleri İbuki ile öyle bir propaganda yapıyorlar ki, insanlar İbuki diyor başka bir şey demiyor. Bence propagandanın planlama aşamasındaki sahnesi ilgi çekici. Birkaç kişilik görüşmede İbuki’yi tıpkı başka şeyleri yaptıkları gibi meşhur edeceklerini, insanların ona inanacağını söylüyorlar. Gerçeklik payı fazlasıyla olsa gerek.

Uzayda bir solucan deliği oluşuyor. Buradan dünyadaki her ülkeye bir anlamda binicisi olan, Curiotes denilen insan üstü canlılarla Kyoshin geliyor. Bunların mesajı Ranga’nın yok edilmesi, yoksa dünya yok olacak! Doğal olarak herkes Shimabara kardeşlere ve Ranga’ya yüz çeviriyor. Saldırılar sonunda Ranga ağır yara alıyor.

Bu arada bir gün ağabey Masaru çıkıp geliyor. Meğer ağabey ölmemiş, bir nevi evrim geçirmiş. İnsanın bir üstü, ölmeyen ve uzaydaki tek Tanrı dedikleri Tao’nun hizmetine giren biri haline gelmiş. Kyoshinler Curioteslerin araçları gibi. Amaç tek Tanrı Tao’nun korunması. Ranga ise diğerlerinden farklı. Tao her şeyi ele geçirmeye çalışırken buna karşı çıkıyor. Tao ve Kyoshinlerle savaşıyor. Hiçbir Curiotes Ranga’yı alt edemiyor. En sonunda bir insan Ranga’yı mühürlemeyi başarıyor. Öylece okyanusun altında uyumaya geçiyor Ranga, ta ki Shimabara kardeşler gelinceye kadar.

Ağabey kardeşlerinden yardım istiyor Neoranga’yı yok etmek için. Yuuhi ve Minami ağabeylerini izliyor. Ushio karşı çıkıyor ve Ranga’ya gidiyor. Yuuhi ağabeyini oyuna getirip Kyoshin’i Akasa’ya zarar vedikten sonra Minami’yi de ikna edip Ushio’nun yanına Ranga’ya geri dönüyor. Ranga evrim geçirerek gelişiyor.

Sonrası zafer! Neoranga yine galip geliyor. Kyoshinler ile ağabey Masaru uzaya geri dönüyor ve solucan deliği kapanıyor. Yuuhi Tao ile savaşmak için uzaya gitmeyi teklif ediyor. Ushio karşı çıkıyor. Kardeşler arasında geçen özgürlük, savaş ve kişilerin cenneti üzerine geçen konuşma ilgi çekici. Tao tekrar uyanıp da kaçacak yerleri kalmayana kadar hayatlarına devam edecekler gibi duruyor.

Genel olarak bayıldığımı söyleyemem, hatta bazen sıkıldım bile; ama Kyoshinkai gibi bir örgüt ve işleyiş şekli, birkaç insanın halkı düzene sokmak için mutlaka her şeyin alt üst olması gerektiği inancı oldukça ilginç. Bu inanca bir tek animede de rastlamıyoruz. Tarih dedikodularında da mutlaka karşımıza çıkar. Bu sizce de gerçek olduğu anlamına gelmiyor mu?

Müzikler:

 İlk 24 bölüm açılış müziği: Yūko Miyamura, Yuuko Sumitomo ve Eri Sendai’dan Kaze no Nemuru Shima

İlk 24 bölüm kapanış müziği: Masaaki Ito’dan Prologue ~A City In The Sky

İkinci sezon açılış müziği: Kuniaki Haishima’dan Kami to Nare

İkinci sezon kapanış müziği: Yūko Miyamura, Yuuko Sumitomo ve Eri Sendai’dan Kawaki No Miwa Ni Te.

Mushishi

İşte en sevdiklerimden, en Japon olanlardan Mushishi. Aslında bölümden bir arkadaşımın tavsiyesiyle 2012’de ilk sezonunu izlemiştim. Bir ara yine izlesem diyordum, 2016’ya kısmetmiş. Yeni bölümler de ödülüm oldu. 🙂

1999-2002 arasında Yuki Urushibara’nın yarattığı bir manga Mushishi. Animesini ise Hiroshi Nagahama yönetiyor. İki sezon olan Mushishi’nin sezonları da iki parçaya ayrılıyor diyebiliriz. Arada olmayan bir bölüm görürseniz oraya iki bölüm niteliğindeki film yerleşecek. 🙂 İlk sezon 2005-2006 yılları arasında yayınlanıyor. Filmi de öyle. İkinci sezon Mushishi: Zokushou ve filmi ise 2014-2015 yılları arasında.

Mushi yaşam kaynağına bizden çok daha yakın olan, herkesin göremediği bazıları daha gelişmiş, bazıları sadece organizma niteliğinde yaratıklar olarak tanımlanıyor. Bazıları zararsız, bazıları insanları hasta edebiliyor, bazıları da çok çok daha tehlikeli. Mushi uzmanı yani Mushishi Ginko’nun maceralarını görüyoruz animede de. İlerleyen bölümlerde Ginko’nun adının ve kendinin nerden geldiğine, saç rengine dair bir miktar bilgi de ediniyoruz.

İzlerken dikkat edecek olursanız, Mushihi’de sıradan kahramanların hemen hemen hepsi birbirine benzer. Çizim olarak yani. Çünkü önemli olan, asıl odaklanmanız gereken konudur. Yalnız ben neden herkesin, ki nadiren daha büyük yerleşim yerlerine gittiğini gösterse dahi oralarda durum aynı, klasik Japon tarzı kıyafetler giyerken sadece Ginko’nun Batı tarzı giyindiğini çok merak ediyorum. Henüz cevabını bulabilmiş değilim. Bilen varsa beri gelsin ve beni de bilgilendirsin lütfen!

Akıp giden bir konu olmadığı için pek değinemiyorum ama her bölümde Ginko’nun yeni bir yer, yeni bir Mushi’yle macerasını izleyeceksiniz desem yanlış olmaz herhalde.

Anime deyince aklınıza sadece Naruto, One Piece vs. geliyorsa; ama daha fazlasını bilmek istiyorsanız, Japon kültürünü seviyorsanız kesinlikle ama kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim・