Kategori arşivi: Anime

Anime; Japonya’da çizgi dizinin/filmin adı olmasına karşın, Japonya dışında Japonlar’a özgü çizgi diziler/filmler için kullanılır. Tabii ki animeler genelgeçer çocuklar için çizgi dizi algısını ortadan kaldıracak düzeyde konu çeşitliliğine sahiptir. Benim dahi inanılmaz derece sıkıldığım ve sonunu getiremediğim çok ağır konuları işleyenleri de vardır. Japonlara kendilerinden çok daha farklı karakterler yaratma imkanı sunan bir film türü gibi gelişmiştir.

Nerawareta Gakuen

Nerawareta Gakuen – Psychic School Wars

Nerawareta Gakuen aslen Taku Mayumura’nın 1973’te yazdığı bir bilimkurgu romanı. 1977, 1982, 1987 ve 1997’de 4 kez TV dizisi yapılıyor. 1981 ve 1997’de iki kez de gerçek oyuncularla sinema filmi çekiliyor. 2012-2013 yılları arasında mangası da yayınlanan Nerawareta Gakuen’in konumuz olan 106 dakikalık anime filmi ise 2012’de Ryousuke Nakamura yönetmenliğinde çekilmiş. Bu haliyle Nerawareta Gakuen Makoto Shinkai’ın eserlerine benzetiliyor.

Nerawareta Gakuen’in başında kişileri takip etmekte biraz zorlandığımı belirtmem gerek. Belki de çok fazla hareketli olmalarının da etkisi vardır bunda bilemiyorum. Çok hareketli olmaktan kastımı da izleyince anlayacaksınız bence. Konuşurken bir sürekli salınan, gerçekten yerinde duramayan karakterler. Rahatsızlık seviyesinde dikkat çekiyor bence.

Nerawareta Gakuen’in konusuna gelecek olursak, Kenji ve Natsuki komşu çocukları, aynı okul, aynı sınıf öğrencileri. Harukawa da aynı okulda ve Natsuki’nin yakın arkadaşı. Kenji’nin platonik aşkı. Bir gün Ryouichi Kyougoku isimli bir öğrenci katılıyor aralarına. Kyougoku uzaylı vari bir imaj sergiliyor başlarda. Sonra öğreniyoruz ki Kyougoku gelecekten gelmiş biri.

İnsanoğlunun dünyayı kötü kullanması sonucu dünyanın yaşanılamayacak bir yer haline geldiği gelecekten gelmiş. Ayda yaşıyorlar ve dünyadan kurtulabilmiş çok fazla insan da yok. Görevi ise psişik güçleri olan insanları bularak ya aşırı teknoloji kullanımıyla dünyanın sınıra gelmesine engel olmak, bunu başaramazsa da o insanları kendisiyle birlikte aya götürmek. Yalnız bu zaman yolculuğunun, kendi zamanında yaşamamanın belirli bir süresi var. Süre dolmadan dönmek zorunda, dönemezse yok olacak.

Hemen işe koyulan Ryougoku psişik güçleri olan öğrencileri bulmaya başlıyor. Harukawa ve Natsuki sınavdan geçememekle birlikte bir şeylerin de yanlış olduğu düşüncesi içindeler. Kenji ise hep kendisinin psişik güçleri olmasını istemiş; ama olmadığı, hatta baya aptal konusunda kendini inandırmış olmakla birlikte Ryougoku ona özel güçleri olduğunu söylüyor. İlerledikçe görüyoruz ki gerçekten özel güçleri var, öyle ki Ryougoku’nun planlarını bozabilecek seviyede. Nedense mühürlenmiş olan bu güçlerini dedesi artık kendisinin karar verebileceğini düşündüğü için çözüyor.

Ryougoku’ya kendisine engel olan Kenji’yi son anda yanında götürmeye çalışsa da bunda da başarılı olamıyor; ancak yok olmadan Kenji onu kendisi götürmeyi teklif ediyor. Natsuki’ye beklemesini söyledikten sonra kendi kendine, bir şeyin yardımına ihtiyaç duymadan zaman yolculuğu yapan Kenji gider gitmez Natsuki kimi beklemesi gerektiğini dahi unutuyor. O zamanda var olmadığın zaman seninle ilgili hatıralar siliniyormuş yani.

Bir süre sonra Kenji geri dönüyor. Yanında aynı Kyougoku’nun geldiği zaman olduğu gibi bir kum saatiyle. Natsuki’yi buluyor ve iş çözülmüş gibi görünüyor.

Gelelim soru işaretlerine. Kenji geri dönen biri gibi değil, bambaşka biri gibi, Kyougoku geldiği zamandaki gibi algılanıyor. Yanında taşıdığı kum saati de cabası. Bir kez gitti diye gelecekteki zamana mı ait oldu yani? Kum saatindeki süre dolmadan geri gitmesi mi gerekecek? Bu gibi soru işaretleri oluşturarak bitti gitti.

Distopik çağrışımlar yapsa da gelecekteki insanların Ay’daki hayatlarıyla ilgili pek bir bilgi verilmiyor. Ay’dan bir sahne zaten yok. Sadece mevsimleri dahi olmadan yaşadıklarını biliyoruz. Bir de dede ile Kyougoku’nun bahsettiği, bu vakitten o vakte gitmiş bir kadından bahsediliyor ki kim olduğunu ben tam çözemedim. Beklenmedik şekilde Kyougoku Dünya’yı aslında gitmek veya kaybetmek istemediği harika bir yer olarak görüp üstüne bir de Harukawa’ya aşık oluyor ki evlere şenlik. Sonuç; teknolojiyi dengeli kullanın, dünyanın ağzına sıçmayın. 🙂

Açılış Müziği: Supercell’den Giniro Hikousen
Kapanış Müziği: Mayu Watanabe’den Sayonara no Hashi
Noir

Noir

Noir 2001 yılında yayınlanmış, 24 dakikalık 26 bölümden oluşan bir anime. Ryoe Tsukimura’nın yazdığı animeyi Kouichi Mashimo yönetmiş. Eski olduğunu ilk bakışta anlıyorsunuz zaten. Yine de kötü çizimlerin olduğunu söylemeye çalışmıyorum kesinlikle.

Kıyısında köşesinde bile aşk olmasa diyenler buraya lütfen.Noir iki genç kızın geçmişlerine yolculuklarını konu alıyor. Çok masum göründü gözünüze değil mi? Hiç öyle değil; çünkü bu iki kız profesyonel suikastçı. Noir her bölümün başında da anlatıldığı gibi efsanevi bir hikaye. Sonradan bunun gerçek olduğunu öğreniyoruz tabi o ayrı.

Mireille Bouquet ve Kirika Yuumura hem Kirika’nın hafızasını hem aralarındaki bağın ne olduğunu hem de geçmişleriyle ilgili daha fazla şey öğrenmek için çıktıkları yolda Soldats isimli bir örgütle karşılaşırlar. İşler derinleştikçe Soldats’ın aslında düşmanları olmadığını, Mireille’nin ailesinin de Soldats’a üye olduğunu; ancak kızlarını Noir eğitimi için vermek istemediklerinden ortadan kaldırıldıklarını öğreniyoruz. Asıl şok etkisi yaratan şey ise bunu yapanın Kirika olması. Tabii ki bu noktaya gelene kadar çift başına neler neler geliyor o ayrı.

Sonuç olarak Soldats çok köklü bir örgüt. Dünyanın dört bir yanına dağılmış. Noir de bu örgütün mutlak adalet esasına dayalı, günaha bulanmış, yetenekli mi yetenekli iki kızdan oluşan suikastçısı. Aday olarak 3 kız başlaması gerekiyor aslında. Kirika, Mireille ve Chloe. Mireille’nin ailesi kızlarını kurtarma pahasına canlarından oluyor. Geriye iki kişi kalıyor, yalnız ölmeden önce annesinin Mireille’yi Kirika’ya emanet etmesi, bir şekilde hafızasını kaybetmiş olsa da Kirika’nın kalbinde yer ediyor olmalı ki unutmuyor onu.

Kirika hafızasını neden kaybetti, Chloe ile nasıl bir eğitimden geçtiler bunları bilemiyoruz. Chloe ise konaktan hiç ayrılmamış, Kirika’ya hayran diğer aday. Mireille’nin Noir olma yarışından çıktığını düşünen Chloe, Kirika’nın her şeyi hatırlayıp geri gelmesini ve birlikte gerçek Noir’i oluşturmayı o kadar çok istiyor ki. Değişik bir kız.

Bu arada örgüt kendi içinde de farklı görüşlere sahip hale gelmiş. Örgüt içinde örgütün kuruluş amacını unutmuş, dünya haline ayak uydurmuş kişiler de var. Kirika ve Mireille örgüt tarafından öldürülmeye çalışılırken bir yandan da bu atlattıkları zorlukların Noir olma yolunda geçmeleri gereken sınavlar olduğunu öğreniyoruz. Böylece dolaylı da olsa Mireille de hak kazanmış oluyor.

Konakta buluşan Chloe ve Kirika gerçek Noir olma ritüeline hazırlanırken Mireille örgüt içinden başka bir kanadın yardımıyla konağa ulaşıyor. Mireille’yi öldürmek üzere olan Chloe’yi Kirika öldürüyor. Mireille ve Kirika ölümüne mücadele etse de birbirlerine duydukları yakınlık galip geliyor.

Açılış Müziği: Ali Project’ten Coppelia no Hitsugi
Kapanış Müziği: Akino Arai’den Kireina Kanjou
sakurasou no pet na kanojo

Sakurasou no Pet na Kanojo – The Pet Girl of Sakurasou

Sakurasou no Pet na Kanojo 2012-2013 yıllarında 23 dakikalık 24 bölümden oluşan bir anime. Aslında Hajime Kamoshida’nın 2010-2014 yılları arasında yazdığı hafif roman (Japonya’ya özgü, genellikle resimli ve 50.000 kelimeden çok olmayan, genç yetişkinlere yönelik roman) zamanla manga, anime ve oyun versiyonlarıyla karşımıza çıkıyor. Bizim konumuz olan animeyi Mari Oda yazmış ve Atsuko Ishizuka yönetmiş.

Sakurasou no Pet na Kanojo bir sanat lisesinin bir nevi dışlanmış yurdunda kalan öğrencileri konu alıyor. Sorata Kanda yolda bulduğu kedi yavrularına kayıtsız kalamayıp yanında yurda getirince Sakurasou’ya sürgün edilir. Sakurasou da kötü üne sahip okul yurdu. Normal yurttan olan imkanların hiçbirisine sahip değil. Geldiği andan itibaren amacı normal yurda geçmek olan Sorata sonradan bundan vazgeçiyor.

Mashiro Shiina yurt öğretmeninin yetenekli yeğeni. Asılnda dünya çapında başarılı bir ressam olan Mashiro manga çizmek için Japonya’ya gelir. İnanılmaz bir resim yeteneğine sahip Mashiro doğru düzgün üstünü giyinmek gibi en basit gündelik işlerini dahi kendisi yapamayan biridir. Bu görev de hemen Sorata’ya verilir.

Sakurasou’nun diğer sakinleri ise, aynı şekilde anime çizim yeteneği olan Misaki Kamiigusa; Misaki’nin çocukluk arkadaşı ve sevdiği kişi olmakla birlikte onun kadar yetenekli olmadığı için kendisi de sevmesine rağmen bu sevgiye karşılık veremeyen, senaryo yazarı öğrencisi Jin Mitaka; bilgisayar programcısı, odasından pek çıkmayan ve çıktığı zaman görüntüsüyle şaşırtan Ryuunosuke Akasaka; Sorata’nın sınıf arkadaşı, evden kaçıp kendi imkanlarıyla seslendirme sanatçısı olmaya çalışan ve Sorata’yı seven Nanami Aoyama; sanat öğretmeni, kendisi de bu yurtta kalmış olan ve şimdi yurt idareciliği yapan Chihiro Sengoku.

Sakurasou’da hayat renkli kişiliklere sahip sakinleriyle her gün başka bir macera ve atraksiyon şeklinde geçer. Zamanla Sorata ve Mashiro birbirlerini sevmeye başlarlar. Sonuna doğru Jin aslında Misaki’yi sevdiğini; ancak ona layık olmadığını düşündüğünü, çalışıp bunu başarıp karşısına çıkmak istediğini söyler.

Sakurasou no Pet na Kanojo’nun beni etkileyen tarafları şu sorgulama kısmı olmuştur. Mashiro, Misaki gibi sanat konusunda gerçekten son derece yetenekli, bir anlamda uzaylı insanların yanında sadece çalışıp gayret ederek başarılı olunabilir mi? Bunu sorgulayan Sorata ve Nanami birbirlerine destek olurlarken bazen pes etme, bazen yeniden başlama düşünceleriyle baş başa kalırlar. Gerçekten sadece gayretle insan üstü yeteneğe sahip insanların karşısında kazanma şansımız olabilir mi?

Sadece gayretin yeterli olmadığını gördükleri, yetişkinlik kazıkları seviyesine gelmeye başladıklarında ise tabii ki karamsarlığa kapılıp her şeyden vazgeçmeyi değil, yeni imkanlar yaratıp daha fazla çaba harcamayı, gayret etmeyi seçerler. Gerçekten yeterince çaba harcanırsa başarılabilir mi? Elimizde olmayan engeller için ne yapılabilir? Bunlar benim de kendi içimde sorduğum ve cevap bulmaya çalıştığım sorular olduğu için bu animeyi sevmiş olabilir; ama genel olarak eğlenceli bulduğumu da belirtmek isterim.

Açılış Müzikleri:

1-12. Bölümler: Pet na Kanojotachi’den Kimi ga Yume wo Tsuretekita

13-24. Bölümler: Suzuki’den Yume no Tsuzuki

14. Bölüm: Nakatsu Mariko’dan I Call Your Name Again

Kapanış Müzikleri:

1-12. Bölümler: Konomi Suzuki’den Days of Dash

13-24. Bölümler: Asuka Ookura’dan Prime Number (Kimi to Deaeru Hi)

Miyori no Mori (Miyori'nin Ormanı)

Miyori no Mori – Miyori’nin Ormanı

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı) 2007 yapımı, 107 dakikalık bir anime film. Bazı Stüdyo Ghibli filmlerinin sanat yönetmenliğini yapmış Nizo Yamamoto bu filmde ilk kez yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. 2004’te Hideji Oda’nın yazdığı mangadan uyarlanmış.

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı) esas kız Miyori’nin bebekliğinden bir sahneyle başlıyor. Ailesiyle dede ve ninesini ziyarete giden Miyori piknik yaparlarken bir anda ortadan kaybolur. Hemen aramaya başladılarsa da Miyori’yi ancak bir süre sonra devasa bir kiraz ağacının dallarına tırmanmış halde bulurlar. Miyori’nin yanındaki dedenin köpeği Kuro (siyah) da beyaza dönmüştür. Nedense o kadar da sorgulamazlar bu olayı. Onlar ararken biz görürüz ki; Miyori’yi oraya muhtemelen orman perileri götürür. Kiraz ağacının da bir perisi vardır ve Miyori’ye bu ormanın ona ait olduğunu söyler.

Zaman geçer, 10 yıl sonra Miyori’nin annesi ve babası ayrılır, Miyori babasıyla kalır; ancak onunla ilgilenemeyecek olan baba kızını kendi ailesinin yanına götürür. Böylece Miyori 10 yıl aradan sonra kendi ormanının olduğu köye geri döner. Tabi ki bu olayla ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Asabi, huysuz şehir kızı Miyori bu köyde kalmayı istemese de yapabileceği pek bir şey olmadığı için ormanda gezinmelere başlar. Orman perileri Miyori’nin geri geldiğini öğrenince harekete geçerler. Kendilerini ona gösterip anlattılarsa da Miyori onlara inanmaz ve umursamaz. Bu arada ninesi ona perilerle/ruhlarla ilgili şeyler anlatır. Bir süre sonra Miyori hem bu yaratıkları kabul etmeye, hem de ninesinin ormanın şu anki koruyucusu olduğunu, bu görevin kendisine geçeceğini öğrenir.

Elbet bir sıkıntı da olmalıdır ki, ormanın koruyucusu kahramanımız gerçek bir kahraman olabilsin. Köye bir grup adam gelip araştırma yağmaya başlar. Bunun bölgeye yapılması planlanan bir barajla ilgili olduğunu, baraj yapılırsa ormanın ve köyün sular altında kalacağını öğrenen Miyori ormanı kurtarmak için seferber olur. Hem okul arkadaşları hem ninesi hem de orman perilerinin yardımıyla baraj projesine engel olan Miyori kahramanlık görevini yerine getirip ormanın koruyuculuğu görevini devralma isteğini de ortaya koymuş olur. Arada bir yerde Miyori’nin annesi köye gelip Miyori’yi yanında götürmek ister. Miyori annesinin onu değil de kendisini düşündüğünü bildiği için onunla gitmek istemez. Annesi de köyden nefret eden, sürekli bir şeylerden şikayet eden bir kadın bu arada.

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı)’nda benim asıl dikkatimi şey şu oldu: Baraj için gelen adamlar tehlike altında olan bilmem ne kartalını arıyorlar. Çocuklar sanıyor ki, kartal bulunursa vazgeçecekler. Ne yalan söyleyeyim ben de öyle olacağını düşünmüştüm. Çocuk muyum ne? 😀 Adamlar bulunca öldürüp ne pahasına olursa olsun barajı yapabilir hale gelmek istiyorlarmış meğer. Kapitalist kötü dünya ve saf çocuklar. Doğayı, dünyayı o saf çocuklar kurtaracaklar. Sanırım böyle bir sonuç çıkarılabilir. Bilemedim, sonuç çıkarma konusunda pek iyi değilimdir. 🙂 Çizimleri yine benim hayranı olduğum tipte değil, hafif rahatsız etti. Tekrar izlemem; ama izlediğim için pişman da değilim.

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni 2014 yapımı 50 dakikalık bir anime film. Yönetmenliğini Naoya Kurisu yapmış. 2014 yapımı olsa da çizimleri son derece kötü baştan belirtmekte fayda var. Bunun yanında farklı bir konusu var.

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni “iyi uykular bebeğim, gökyüzü beşiğinde” anlamına geliyor ve kahramanımız Satomi’nin kızı Orine için söylediği ninninin sözleri. Satomi eşiyle birlikte hastaneden dönerken başlıyor film. Arabada Satomi yeni doğmuş Orine’ye bu ninniyi söylüyor. Bu arada benim dikkatimi çeken şey Orine’nin gayet muntazam ve olması gereken şekilde pusette duruyor olmasıydı. 🙂 Ninni bitiminde trafik kazası oluyor.

Sonraki sahnede 19 yaşına gelmiş Orine’yi görüyoruz. Genç bir kız olarak polislerden kaçıyor. Artık bir hayatı olduysa. Sonra bir takım insanlar erkek arkadaşının onlarla birlikte olduğunu ve istediklerini yaparsa ikisini birden kaçırabileceklerini söyleyince mecburen kabul ediyor ve kendini uzayda buluyor. Açıklamalar pek yok, ne olduğunu anlamakta zorlanıyor insan.

Zar zor anlıyoruz ki, uzay üssü gibi bir yer, kaçak bir profesör ele geçirmiş burayı ve bir şeyler yapıyor. Buradan dünyadaki bütün sunucularda Orine’yi arayan bir tür yapay zeka gibi bir şey. Bu nedenle Orine’yi getiriyorlar aslında; ama Orine’ye bundan bahsetmiyorlar tam olarak sanırım. Orine’den istedikleri de içeriye girip verdikleri çip gibi şeyi oraya yerleştirmek. Böylece üssü geri alabilecekler.

Orine baya kararlı bir şekilde yapmaya gidiyor, annesini görünce şok oluyor. Annesiyle sohbet etmek, onunla bir şeyler yapmak hoşuna gitmeye başlıyor. Hoşuna gitmese de kendinden istenen şeyi yapıyor ve bu sırada Satomi’nin yapay bedenindeki deformasyona tanık olup kafası karışıyor.

Üssü ele geçirme çalışmaları devam ederken Orine profesörle karşılaşıp annesinin verdiği hücre örneği gibi bir şeyle bunları yaptığını, başkalarıyla da denediğini; ancak kimsenin Satomi gibi olmadığını, Satomi’nin ise ağa bağlanır bağlanmaz her yerde Orine’yi aradığını anlatıyor. Bu arada Orine’nin suçlu olduğunu da öğrense de bahsetmiyor. Satomi son anda bile Orine’yi kurtarmak için çabalıyor. Anne yüreği işte. Orine’yi buraya getiren adamlar Satomi’nin hareketleri sonucu üssü terketmek zorunda kalıyor. Orine son kez annesiyle buluşup sarılıyor ona, profesör ve Orine de son anda üsten kaçmayı başarıyor. Sonrasında ikisi de yeni bir hayata başlıyor sanırım.

Sanırım diyorum birçok şeye; çünkü anlamakta güçlük çektiğim bir gerçek. Baştan da belirttiğim gibi Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni’ninçizimleriçok kötü. Ayyy hele o Orine’nin bebeklik hali yok mu. Akıllara zarar. Chuckyhalt etmiş yanında. 😀 Yine de zaman kaybı diyemem; çünkü enteresan, öyle sık sık karşılaşmayacağımız bir konusu var. Şans vermeye değer..

Müziği Hitotsu Dame’yi oyun müziği yazarı Kawagen yazmış ve Ann seslendirmiş.

metropolis

Metropolis

Metropolis, Osamu Tezuka’nın aynı adı taşıyan mangasından esinlenerek oluşturulmuş bir anime film. 2001’de Rintarou yönetmenliğinde yapılan 113 dakikalık film, mangadan farklı bir seyir izliyor.

Metropolis robotlar ve insanların bir arada yaşadığı,gelecekte bir şehir. Her ne kadar birlikte yaşıyorlar desek de, robotlar ağırlıklı olarak sevilmiyor ve hatta şehrin alt bölümlerine atılmış durumda. Kahramanlarımız Shunsaku Ban ve yeğeni Kenichi Metropolis’e gelmeleri Ziggurat’ın açılış şenliklerine rastlıyor. Shunsaku dedektif ve organ ticareti suçuyla aranan çılgın profesör Laughton’u arıyor. Laughton ise Red Dük için Metropolis’i yönetecek özel bir robot yapmakla meşgul. Red Dük animenin klasik kötü karakteri. Ziggurat’taki özel tahta oturacak olan özel robot Tima oradan dük adına şehri yönetecek ve şehri uzaya taşıyacaktır. Hayaller hayaller…

Dük’ün üvey oğlu robotlardan nefret eden, babasını da mutlak güç ve tahta oturması kişi olarak gören bir çocuk. Babasının kendisini takdir etmesi için bizzat babasına bile karşı çıkan bir karakteri var. Rock gizlice Tima’yı öğreniyor ve yok etmek için profesörün laboratuvarını yakıyor, Tima tesadüfen oraya kadar ulaşan Kenichi ile kaçıyor. Lağımdan alt katlara düşen Tima ve Kenichi yukarıya çıkma, Rock ve Red Dük de ayrı ayrı Tima’yı bulma telaşına düşüyor.

Tima robot olduğunu bilmiyor bu arada. Kenichi ona konuşmayı ve yazmayı öğretiyor bu süreçte. Bol bol Kenichi yazıyor. 😀 Bu arada alt katlardan birinde robotların işlerini ellerinden almasından şikayetçi fakir ve işsiz halktan devrimcilerle tanışıyorlar. Sonunda yüzeye ulaştıklarında Rock Tima’yı öldürmeye çalışıyor, Red Dük Rock’u evlatlıktan reddediyor, Red Dük’ün fazla güç kazanmasından rahatsız olan hükümet orduyla birlikte gizlice devrimcileri destekleyeceğini söylüyor. Devrimciler harekete geçince ise ordu komutanının Red Dük’le işbirliği yaptığı ortaya çıkıyor. Robotlar sadece robot oldukları için ağır bir kıyıma uğruyor; ama devrimciler de oyuna getirilmiş olarak robotlarla aynı sonu paylaşıyorlar.

Red Dük mutlak güç olarak Ziggurat’taki tahta Tima’yı oturtmak suretiyle Metropolis’i tamamen ele geçirme hedefine nihayet ulaşmak üzereyken robot olduğunu öğrenen Tima mutsuzluk ve hayal kırıklığıyla tahta oturuyor. Tahtla bütünleşen Tima Red Dük’ün beklentisinin aksine ona itaat etmektense insanları ve şehri yok etmek üzere hareket etmeye başlıyor. Kenichi Tima’yı tahttan ayırmayı başarıyor; ancak Tima onu da öldürmeye çalışıyor. Bu arada bir yandan da şehir yerle bir olmakta. Son anda öyle bir hale geliyorlar ki Tima düşmek üzere, Kenichi onu kurtarma telaşında, Tima ise işbirliği yapmıyor ve düşerken muhtemelen kendine gelip Kenichi’yi hatırlıyor ve insan olduğunu düşündüğü haline dönerek ölmüş oluyor.

Metropolis ağır hasar almış, Ziggurat yıkılmış, her yer yerle bir, robotlar ve insanlar bir yandan neler olup bittiğini anlamaya çalışarak hayretle bakarken bir yandan da hayatn devam etmek zorunda olması gerçeğini yaşamaya başlıyorlar. Shunsaku Japonya’ya dönmeye karar veriyor. Kenichi ise diğer robot arkadaşlarının getirdiği Tima’nın parçalarıyla bir süre daha bu şehirde kalmak istediğini söylüyor amcasına.

Metropolis uzun süredir listemde izlenmeyi bekleyen filmlerden biriydi, sonunda izledim ve mutluyum. 🙂 Şimdi bu robotların suçu ne? Robotları yapan insan, robotlardan şikayet eden yine insan, robotları yok etmeye çalışan da insan, onlardan hala faydalanmaya ve pis işlerini yaptırmaya çalışan da insan. Bu ne yaman çelişkidir anlamak mümkün değil. Robotlar gerçekten duygusuz mudur? Sadece söyleneni mi yapar veya sadece söyleneni mi yapmalıdır? Kendi iradesi varsa bile bunu kullanarak karar vermesi kötü müdür? Onlardan beklenen tam olarak ne gerçekten? Ne kadar gelişmiş olursa olsun siyasi çekişmeler yine aynı, işsizlik yine aynı, hükümet ve halk yine aynı durumda, bir değişiklik yok mu gerçekten yoksa bu filmleri yapanların beyinleri içinde bulundukları zamandan kurtulamadığı için ancak ve ancak gördüklerini mi yansıtıyorlar ne dersiniz?

Ben pek böyle olduğunu düşünmüyorum açıkçası, tarihi metinlerde veya hikayelerde en çok hoşuma giden şey de budur. Bundan binlerce yıl önce bile insanların tıpki bugünküler gibi şeyleri sorun ettiklerini görüyorum, ne düşünmem gerektiğine karar veremiyorum. Hiç yol katedememişiz demek ki diyorum bir yandan. Diğer taraftan da garip bir şekilde mutlu oluyorum. İlginç hisler…

Metropolis hayatımızı kolaylaştırmak için bugün istediğimiz şeylerin acaba gerçekten de hayatımızı kolaylaştıracak mı yoksa başka sorunlarla birlikte zorlaştıracak mı sorgusunu yaptırıyor bence bize. Bir yandan modern, diğer taraftan bir nevi kast sistemi gibi katı bölümlere ayrılmış bir şehir. Bir yandan çok zengin, diğer taraftan çok fakir. Sahi gelecek nasıl olacak?

Film Müziği: Ağırlıklı olarak Toshiyuki Honda’nın yazdığı jaz ve orkestra müzikleri kullanışmıştır. Atsuki Kimura’nın St. James Infirmary Blues yorumu ile bitiş müziği olarak Minako “Mooki” Obata’nın There’ll Never Be Good-Bye şarkısı da kullanılır.

bokura-ga-ita

Bokura ga Ita – Oradaydık

Bokura ga Ita, Yuki Obata’nın yazdığı mangadan uyarlanan 26 bölümlük bir anime. Bölümler ortalama 25 dakikadan oluşuyor. 2006 yılında yayınlanan animeyi ise Akitaro Daichi yönetmiş.

Künye kısmını geçtikten sonra gelelim asıl meseleye. İlk kez ne zaman izlediğimi hatırlamıyorum; ama en sevdiğim animelerden biridir Bokura ga Ita. Sebebi ise bana çok gerçekçi gelmesi sanırım. Mangası nasıldır bilmiyorum açıkçası; ancak animesinin çizimleri öyle matah değildir. Hani öyle ayrıntılı, muhteşem şekilde çizilmiş, çizgilerden aşık olunacak tarzda karakterler değildir. Yani yazar burda “Hikayeye odaklanın.” der.

Odaklanalım bakalım hikayeye: Liseye başlayan Takahashi Nanami ve Yano Motoharu’nun inişli çıkışlı aşk hikayesi diye özetlenir. Şimdi böyle yazınca çok sıradan geldi, belki aslında çok sıradan; ama bence o sıradanlığı gerçekçi ve güzel hale getiren şey. Tabii ki klasik dram dram durumlar da söz konusu, ama o kadar kusur kadı kızında da olur değil mi? Yeri gelip her şeyin pat pat söylendiği, yeri gelip içindekilerin ifade edilemediği, anladığın halde hak veremediğin, hak verdiğin halde anlayamadığın, mantığının ve kalbinin farklı şeyler söylediği standart bir aşk ilişkisi bence ve bu şekilde olduğu için güzel.

Yano okulun yakışıklısı, her şeyi iyi, popüler oğlan. Nanami sıradan bir kız. Popüler tiplerin olayını anlamaz ve Yano’dan da nefret eder başta. Sonra bir şekil olaylar gelişir, sevmeye başlar, bunu da açık açık söyler Yano’ya. Bir süre sonra Yano’dan olumlu cevap alır. Biliyorsunuz ki hiçbir shoujo animede işler öyle sorunsuz gitmez. Ama işte benim asıl demeye çalıştığım şey şu ki; gerçek hayatta da öyle değil midir? Tam dersiniz ki; şu aşkım karşılık bulsa daha ne isterim, nasıl mutlu olurum, dünyalar benim olur, en büyük dileğim bu! Sonunda gerçekleşir… Sonrası ise sanki bu sizin en büyük isteğiniz değilmiş gibi, sanki bu hayatınızdaki en sıradan şeymiş gibi güzellikleri görmeyi bir kenara bırakıp duygularınızı bir kenara itip olmadık şeylere takılırsınız.

İnsan gerçekten kendisi için neyin daha önemli olduğunu iyi düşünüp karar vermeli. Kaybetme noktasına geldiğinde kafasına dank etmemeli. Bokura ga Ita’yı her izlediğimde bunu hatırlatıyorum kendime. Hatta kendimi kötü hissettiğim zamanlarda izlediğim bir anime Bokura ga Ita. Nedeni; hem çok beğenmem, hem de bana güç vermesi sanırım. Sonuçta şu an eşim olan insanla evlenmek hayaldi bir zamanlar; ama bu hayal gerçek oldu. 🙂

Animeye dönecek olursak bir ikinci sezonun olmasını çok isterdim, mutlu sonlu lütfen. Maalesef ki öyle bir ikinci sezon yok. Yaptığım araştırmalar sonucunda filminin olduğunu öğrendim, sanırım fırsat bulduğum bir ara izleyeceğim meraktan. Normalde dizilerini pek sevmem o karakter çeşitliliği olmadığı için gerçek oyuncularda, göze yeterince hitap ettiğini düşünmüyorum çünkü, animenin çıkış sebebi de bu değil mi zaten. 😀 Yine de bunu izlemek isterim, o kadar seviyorum düşünün. Mangasının devamında işler hiç de iyi gitmiyormuş. Film de aynı şekilde tabii. Hiç hoşuma gitmedi, hatta kalbimde bir sıkıntı yarattı bile diyebilirim, mutlu son olmasını o kadar isterdim, sanki kendi hayatım kendi ilişkim de buna bağlı gibi. 😀

Bokura ga Ita’dan favori birkaç cümlem de var. Nanami’nin ‘Olumsuz düşünürsen baştan kaybedersin.’ mealli cümlesi ile ‘Geçmişe yenilmeyecek bir şimdi yaratalım.’ cümlesine bayılıyorum diyebilirim. Hatta bu ikincisini eşime söylemişliğim ve bu yönde çabalar harcamışlığım vardır. Eski hatıralara ait yerlerde bu kez birlikte hatıralar oluşturmak gibi. Farklı bakış açıları olabileceğini göstermesi açısından da seviyorum bu animeyi.

Öyle işte izleyin, izletin, bu kadar çok sevdiğim animeleri yazmaya da cesaret edemiyorum genelde, bu da bir ilk olsun. 🙂

Açılış Müziği: Mi’den Kimi dake wo

Kapanış Müzikleri:

Mi’den Aishiteru (1,8,10. bölümler)

Kaori Asou’dan Koko ni Ite (2,5,24. bölümler)

Mi’den Sunset (3,18. bölümler)

Izumi Katou’dan Suki Dakara (4,6. bölümler)

Nozomi Sasaki’den Futari no Kisetsu ga (7,9,11,13. bölümler)

Izumi Katou’dan Utsukushisugite (12. bölüm)

Izumi Katou’dan Kimi ga Iru (14. bölüm)

Nozomi Sasaki’den Merry Go Round (15,16,19,22. bölümler)

Izumi Katou’dan Kotoba (17,20,21,23,25,26. bölümler)

Not: Görsel ararken film oyuncularını yakından gördüm, Yano rolündeki Toma Ikuta’yı başka bir diziden hatırlıyorum ve hiç yakıştıramadım Yano olarak. Belki o dizideki imajından öyledir, öyledir değil mi? Öyle olsun lütfen!

Nodame Cantabile

Nodame Cantabile

Nodame Cantabile klasik müzik sevenleri mutlu edecek, eğlenceli, şirin bir anime. Tomoko Ninamiya’nın mangası 2001-2010 yılları arasında manga, TV dizisi, anime, TV dizisi, anime, manga, 2 film ve anime olarak çıkmış. Sanırım TV dizilerinin hayranı daha fazla. Burada bahsedeceğimiz ise Nodame Cantabile’nin ilk anime uyarlaması. 22-23 dakikalık 23 bölümden oluşan kısım.

Konservatuarda geçen Nodame Cantabile farklı profillerde öğrencileri önümüze getiriyor. Zaten başarılı bir müzisyenin oğluyken ailesinin boşanması sonucu Japonya’ya geri dönmüş Chiaki Shinichi. Korkulu bir uçak yolculuğu ve boğulma tehlikesi sonucunda ne kadar iyi olursa olsun Japonya’dan çıkamayacağı düşüncenin içine sıkışmış, Avrupa’daki öğretmenini özleyen Chiaki’nin Japonya’da elinden geleni yapmak için çalışan birine dönüşmesi. Chiaki’nin bu dönüşümünde büyük payı olan, piyano öğrencisi ve yan komşusu Noda Megumi, nam-ı diğer Nodame’nin başarılı ancak farklı piyano stili. Bu ikisinin ilişkisi. Onların gelişimine katkıları olan ve diğer taraftan da kendi müzik yollarını bulan diğer konservatuar öğrencileri.

Sınavlar, yarışmalar, başarılar, başarısızlıklar, aşklar, ayrılıklar, birbirini hep destekleme, hep daha iyi olabilme yolunda ilerleme… Aslında müzik, müzik ve müzik…

Çok eğlenceli izleyin mutlaka! Ben de devamını izleyeyim. 😀

Açılış Müziği: Suemitsu & The Suemith’ten Allegro Cantabile

Kapanış Müzikleri:

1-12. Bölümler: Crystal Kay’dan Konnani Chikakude…

13-22. Bölümler: Suemitsu & Nodame Orkestrası’ndan Sagittarius

23. Bölüm: Suemitsu & The Suemith’ten Allegro Cantabile

Nobunagun

Nobunagun

Nobunagun da adını meşhur tarihi karakter Oda Nobunaga’dan alan animelerden biri. Nobunagun Masato Hisa’nın aynı adı taşıyan mangasından yola çıkılarak Hiroshi Yamaguchi tarafından yazılıp Nobuhiro Kondo tarafından yönetiliyor. 2014 yılında yayınlanan anime, 13 bölümden oluşmakta. Devamı olsa olurmuş valla.

Dünyayı istila etmeye çalışan, uzaydan gelen ve Evrimsel İstilacı Cisimler (EİC) adlı yaratıklar. Bunlarla savaşma yetisi sağlayan E-genlerine sahip insanlar. Ortalamanın altında bir okul başarısına rağmen silahlar, askeri araçlar, gemiler, uçaklar, tanklar konusunda ileri seviyede bilgi sahibi, asosyal bir lise öğrencisiyken Tayvan’a yaptıkları okul gezisinde EİC saldırısının ortasında kalınca E-geni uyanan Ogura Sio. Bu Ogura Sio Nobunaga’nın reenkarnasyonu olmuş oluyor.

Bu olaydan sonra Ogura Sio bu yaratıklarla savaşmak için oluşturulmuş Dogoo adlı organizasyona dahil olup diğer E-geni sahipleriyle birlikte savaşmaya başlıyor. Sio üzerinden Nobunaga’nın üstün savaş stratejisi tekniklerine vurgu yapılıyor. Nobunagun da Nobunaga’nın kendi yaşadığı dönemde yeni yeni gelişen silahlara verdiği önemden dolayı Sio’nun uyanan silahına verdiği isim.

Bölümlerde yaratıklarla yeni yeni mücadelelere yer verilirken sonlara doğru Komutan olan yaşlı kadın, yardıma gelen uzaylı yaratık, Komutanın sağ kolu olan Saint-Germain ve E-genleri hakkında bilgiler ediniyoruz. Sona doğru bu şekilde açıklık getirmeleri de güzel olmuş.

Nobunagun’un sonucunda dünyanın yaratıklardan kurtulduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz ki tam olarak bu nedenle devamı olabilirmiş demiştim aslında. Şahsi görüşüm eğlenceli, sürükleyici bir anime olduğu yönünde.

Nobunagun’un müziklerini Yutaka Shinya yazmış.

Açılış Müziği: Pay Money to My Pain’in seslendirdiği Respect for the Dead Man

Kapanış Müzikleri:

İlk Bölüm: Pay Money to My Pain’den Respect for the Dead Man

2-5. ve 11-13. Bölümler: Shiori Mutō, Yū Asakawa ve Sumire Uesaka’nın seslendirmesiyle Chīsana Hoshi’nin alfa versiyonu

6-10. Bölümler: Shiori Mutō, Chiwa Saitō, Mutsumi Tamura and Ayumu Murase’nin seslendirmesiyle Chīsana Hoshi’nin beta versiyonu

Nobunaga The Fool

Nobunaga The Fool

Nobunaga The Fool uzun bir aradan sonra yazmak isteyeceğim ilk anime olmazdı sanırım. Aslında kesinlikle yazmak istediğim başka şeyler izledim; ama yazmaya fırsat olmayınca kaldı, daha sakin şekilde yeniden izleyip yazmak en iyisi sanırım.

Asıl konumuza gelecek olursak, Nobunaga The Fool 2014’te yayınlanmış, aşağı yukarı 24 dakikalık 24 bölümden oluşan hem tarihi hem de robotlu bir anime. Shouji Kawamori’nin yazdığı Nobunaga The Fool’u Eiichi Sato yönetmiş.

Oda Nobunaga Savaşan Beylikler Dönemi’nde ülkeyi birleştirerek savaşa son vermeyi amaçlayan tarihi bir kişilik. Nobunaga The Fool’da da yine bu amaç için uğraşan, Oda klanının herkesin aptal olarak gördüğü büyük oğlu. Babası ve erkek kardeşi ölünce klan lideri olmasına mutabık kalınsa da pek bir güvenilmiyor kendisine. Neticede aptal. 😀

Tarihi dediğime bakmayın, tarihi olduğu kadar kurgu bir dünya. Tarihten kişilere farklı karakterler verilmiş bir anime. Doğu ve Batı olmak üzere iki yıldız var. Doğu Nobunaga’nın birlik oluşturmaya çalıştığı, savaşın hakim olduğu dünya. Batı ise gelişmiş ve esasen robotları yapıp gönderen dünya. Gelişmiş Batı az gelişmiş doğunun savaşından nemalanıyor. Tanıdık geldi mi?

Bir de daha özel robotlar var ki onları herkes kullanamıyor, bir de sembol adı verilen kolyelere sahip olanlar kullanıp gücüne güç katabiliyor. Batı’da birliği sağlamış olan da bizim Kral Arthur. Doğu bir yandan kendi içinde savaşırken, bir yandan da Batı’nın istilası tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Düşmanlar sarmış dört bir yanı. Kral Arthur’un derdi de dünyayı sona kavuşturduktan sonra hayallerdeki gibi sadece barışın sürdüğü bir dünya kurabilmekmiş.

Savaşlar savaşlar derken kaçınılmaz olarak kayıplar, yeni kazanımlar, beklenmeyenler, kaçınılmaz sonun getirdikleri, her sonun yeni bir başlangıç olması şeklinde ilerliyor anime. Robot sevenleri buraya alalım. 🙂

Açılış Müzikleri

1-13. Bölümler: Minori Chihara’dan Fool The World

14-24. Bölümler: JAM Project’ten Breakthrough

Kapanış Müzikleri

1-13. Bölümler: Stereo Dive Foundation’dan Axis

14-24. Bölümler: Asuka’dan Orchid (RAN)