Etiket arşivi: dram

Noir

Noir

Noir 2001 yılında yayınlanmış, 24 dakikalık 26 bölümden oluşan bir anime. Ryoe Tsukimura’nın yazdığı animeyi Kouichi Mashimo yönetmiş. Eski olduğunu ilk bakışta anlıyorsunuz zaten. Yine de kötü çizimlerin olduğunu söylemeye çalışmıyorum kesinlikle.

Kıyısında köşesinde bile aşk olmasa diyenler buraya lütfen.Noir iki genç kızın geçmişlerine yolculuklarını konu alıyor. Çok masum göründü gözünüze değil mi? Hiç öyle değil; çünkü bu iki kız profesyonel suikastçı. Noir her bölümün başında da anlatıldığı gibi efsanevi bir hikaye. Sonradan bunun gerçek olduğunu öğreniyoruz tabi o ayrı.

Mireille Bouquet ve Kirika Yuumura hem Kirika’nın hafızasını hem aralarındaki bağın ne olduğunu hem de geçmişleriyle ilgili daha fazla şey öğrenmek için çıktıkları yolda Soldats isimli bir örgütle karşılaşırlar. İşler derinleştikçe Soldats’ın aslında düşmanları olmadığını, Mireille’nin ailesinin de Soldats’a üye olduğunu; ancak kızlarını Noir eğitimi için vermek istemediklerinden ortadan kaldırıldıklarını öğreniyoruz. Asıl şok etkisi yaratan şey ise bunu yapanın Kirika olması. Tabii ki bu noktaya gelene kadar çift başına neler neler geliyor o ayrı.

Sonuç olarak Soldats çok köklü bir örgüt. Dünyanın dört bir yanına dağılmış. Noir de bu örgütün mutlak adalet esasına dayalı, günaha bulanmış, yetenekli mi yetenekli iki kızdan oluşan suikastçısı. Aday olarak 3 kız başlaması gerekiyor aslında. Kirika, Mireille ve Chloe. Mireille’nin ailesi kızlarını kurtarma pahasına canlarından oluyor. Geriye iki kişi kalıyor, yalnız ölmeden önce annesinin Mireille’yi Kirika’ya emanet etmesi, bir şekilde hafızasını kaybetmiş olsa da Kirika’nın kalbinde yer ediyor olmalı ki unutmuyor onu.

Kirika hafızasını neden kaybetti, Chloe ile nasıl bir eğitimden geçtiler bunları bilemiyoruz. Chloe ise konaktan hiç ayrılmamış, Kirika’ya hayran diğer aday. Mireille’nin Noir olma yarışından çıktığını düşünen Chloe, Kirika’nın her şeyi hatırlayıp geri gelmesini ve birlikte gerçek Noir’i oluşturmayı o kadar çok istiyor ki. Değişik bir kız.

Bu arada örgüt kendi içinde de farklı görüşlere sahip hale gelmiş. Örgüt içinde örgütün kuruluş amacını unutmuş, dünya haline ayak uydurmuş kişiler de var. Kirika ve Mireille örgüt tarafından öldürülmeye çalışılırken bir yandan da bu atlattıkları zorlukların Noir olma yolunda geçmeleri gereken sınavlar olduğunu öğreniyoruz. Böylece dolaylı da olsa Mireille de hak kazanmış oluyor.

Konakta buluşan Chloe ve Kirika gerçek Noir olma ritüeline hazırlanırken Mireille örgüt içinden başka bir kanadın yardımıyla konağa ulaşıyor. Mireille’yi öldürmek üzere olan Chloe’yi Kirika öldürüyor. Mireille ve Kirika ölümüne mücadele etse de birbirlerine duydukları yakınlık galip geliyor.

Açılış Müziği: Ali Project’ten Coppelia no Hitsugi
Kapanış Müziği: Akino Arai’den Kireina Kanjou
Miyori no Mori (Miyori'nin Ormanı)

Miyori no Mori – Miyori’nin Ormanı

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı) 2007 yapımı, 107 dakikalık bir anime film. Bazı Stüdyo Ghibli filmlerinin sanat yönetmenliğini yapmış Nizo Yamamoto bu filmde ilk kez yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. 2004’te Hideji Oda’nın yazdığı mangadan uyarlanmış.

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı) esas kız Miyori’nin bebekliğinden bir sahneyle başlıyor. Ailesiyle dede ve ninesini ziyarete giden Miyori piknik yaparlarken bir anda ortadan kaybolur. Hemen aramaya başladılarsa da Miyori’yi ancak bir süre sonra devasa bir kiraz ağacının dallarına tırmanmış halde bulurlar. Miyori’nin yanındaki dedenin köpeği Kuro (siyah) da beyaza dönmüştür. Nedense o kadar da sorgulamazlar bu olayı. Onlar ararken biz görürüz ki; Miyori’yi oraya muhtemelen orman perileri götürür. Kiraz ağacının da bir perisi vardır ve Miyori’ye bu ormanın ona ait olduğunu söyler.

Zaman geçer, 10 yıl sonra Miyori’nin annesi ve babası ayrılır, Miyori babasıyla kalır; ancak onunla ilgilenemeyecek olan baba kızını kendi ailesinin yanına götürür. Böylece Miyori 10 yıl aradan sonra kendi ormanının olduğu köye geri döner. Tabi ki bu olayla ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Asabi, huysuz şehir kızı Miyori bu köyde kalmayı istemese de yapabileceği pek bir şey olmadığı için ormanda gezinmelere başlar. Orman perileri Miyori’nin geri geldiğini öğrenince harekete geçerler. Kendilerini ona gösterip anlattılarsa da Miyori onlara inanmaz ve umursamaz. Bu arada ninesi ona perilerle/ruhlarla ilgili şeyler anlatır. Bir süre sonra Miyori hem bu yaratıkları kabul etmeye, hem de ninesinin ormanın şu anki koruyucusu olduğunu, bu görevin kendisine geçeceğini öğrenir.

Elbet bir sıkıntı da olmalıdır ki, ormanın koruyucusu kahramanımız gerçek bir kahraman olabilsin. Köye bir grup adam gelip araştırma yağmaya başlar. Bunun bölgeye yapılması planlanan bir barajla ilgili olduğunu, baraj yapılırsa ormanın ve köyün sular altında kalacağını öğrenen Miyori ormanı kurtarmak için seferber olur. Hem okul arkadaşları hem ninesi hem de orman perilerinin yardımıyla baraj projesine engel olan Miyori kahramanlık görevini yerine getirip ormanın koruyuculuğu görevini devralma isteğini de ortaya koymuş olur. Arada bir yerde Miyori’nin annesi köye gelip Miyori’yi yanında götürmek ister. Miyori annesinin onu değil de kendisini düşündüğünü bildiği için onunla gitmek istemez. Annesi de köyden nefret eden, sürekli bir şeylerden şikayet eden bir kadın bu arada.

Miyori no Mori (Miyori’nin Ormanı)’nda benim asıl dikkatimi şey şu oldu: Baraj için gelen adamlar tehlike altında olan bilmem ne kartalını arıyorlar. Çocuklar sanıyor ki, kartal bulunursa vazgeçecekler. Ne yalan söyleyeyim ben de öyle olacağını düşünmüştüm. Çocuk muyum ne? 😀 Adamlar bulunca öldürüp ne pahasına olursa olsun barajı yapabilir hale gelmek istiyorlarmış meğer. Kapitalist kötü dünya ve saf çocuklar. Doğayı, dünyayı o saf çocuklar kurtaracaklar. Sanırım böyle bir sonuç çıkarılabilir. Bilemedim, sonuç çıkarma konusunda pek iyi değilimdir. 🙂 Çizimleri yine benim hayranı olduğum tipte değil, hafif rahatsız etti. Tekrar izlemem; ama izlediğim için pişman da değilim.

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni 2014 yapımı 50 dakikalık bir anime film. Yönetmenliğini Naoya Kurisu yapmış. 2014 yapımı olsa da çizimleri son derece kötü baştan belirtmekte fayda var. Bunun yanında farklı bir konusu var.

Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni “iyi uykular bebeğim, gökyüzü beşiğinde” anlamına geliyor ve kahramanımız Satomi’nin kızı Orine için söylediği ninninin sözleri. Satomi eşiyle birlikte hastaneden dönerken başlıyor film. Arabada Satomi yeni doğmuş Orine’ye bu ninniyi söylüyor. Bu arada benim dikkatimi çeken şey Orine’nin gayet muntazam ve olması gereken şekilde pusette duruyor olmasıydı. 🙂 Ninni bitiminde trafik kazası oluyor.

Sonraki sahnede 19 yaşına gelmiş Orine’yi görüyoruz. Genç bir kız olarak polislerden kaçıyor. Artık bir hayatı olduysa. Sonra bir takım insanlar erkek arkadaşının onlarla birlikte olduğunu ve istediklerini yaparsa ikisini birden kaçırabileceklerini söyleyince mecburen kabul ediyor ve kendini uzayda buluyor. Açıklamalar pek yok, ne olduğunu anlamakta zorlanıyor insan.

Zar zor anlıyoruz ki, uzay üssü gibi bir yer, kaçak bir profesör ele geçirmiş burayı ve bir şeyler yapıyor. Buradan dünyadaki bütün sunucularda Orine’yi arayan bir tür yapay zeka gibi bir şey. Bu nedenle Orine’yi getiriyorlar aslında; ama Orine’ye bundan bahsetmiyorlar tam olarak sanırım. Orine’den istedikleri de içeriye girip verdikleri çip gibi şeyi oraya yerleştirmek. Böylece üssü geri alabilecekler.

Orine baya kararlı bir şekilde yapmaya gidiyor, annesini görünce şok oluyor. Annesiyle sohbet etmek, onunla bir şeyler yapmak hoşuna gitmeye başlıyor. Hoşuna gitmese de kendinden istenen şeyi yapıyor ve bu sırada Satomi’nin yapay bedenindeki deformasyona tanık olup kafası karışıyor.

Üssü ele geçirme çalışmaları devam ederken Orine profesörle karşılaşıp annesinin verdiği hücre örneği gibi bir şeyle bunları yaptığını, başkalarıyla da denediğini; ancak kimsenin Satomi gibi olmadığını, Satomi’nin ise ağa bağlanır bağlanmaz her yerde Orine’yi aradığını anlatıyor. Bu arada Orine’nin suçlu olduğunu da öğrense de bahsetmiyor. Satomi son anda bile Orine’yi kurtarmak için çabalıyor. Anne yüreği işte. Orine’yi buraya getiren adamlar Satomi’nin hareketleri sonucu üssü terketmek zorunda kalıyor. Orine son kez annesiyle buluşup sarılıyor ona, profesör ve Orine de son anda üsten kaçmayı başarıyor. Sonrasında ikisi de yeni bir hayata başlıyor sanırım.

Sanırım diyorum birçok şeye; çünkü anlamakta güçlük çektiğim bir gerçek. Baştan da belirttiğim gibi Nemure Omoi Ko, Sora no Shitone ni’ninçizimleriçok kötü. Ayyy hele o Orine’nin bebeklik hali yok mu. Akıllara zarar. Chuckyhalt etmiş yanında. 😀 Yine de zaman kaybı diyemem; çünkü enteresan, öyle sık sık karşılaşmayacağımız bir konusu var. Şans vermeye değer..

Müziği Hitotsu Dame’yi oyun müziği yazarı Kawagen yazmış ve Ann seslendirmiş.

metropolis

Metropolis

Metropolis, Osamu Tezuka’nın aynı adı taşıyan mangasından esinlenerek oluşturulmuş bir anime film. 2001’de Rintarou yönetmenliğinde yapılan 113 dakikalık film, mangadan farklı bir seyir izliyor.

Metropolis robotlar ve insanların bir arada yaşadığı,gelecekte bir şehir. Her ne kadar birlikte yaşıyorlar desek de, robotlar ağırlıklı olarak sevilmiyor ve hatta şehrin alt bölümlerine atılmış durumda. Kahramanlarımız Shunsaku Ban ve yeğeni Kenichi Metropolis’e gelmeleri Ziggurat’ın açılış şenliklerine rastlıyor. Shunsaku dedektif ve organ ticareti suçuyla aranan çılgın profesör Laughton’u arıyor. Laughton ise Red Dük için Metropolis’i yönetecek özel bir robot yapmakla meşgul. Red Dük animenin klasik kötü karakteri. Ziggurat’taki özel tahta oturacak olan özel robot Tima oradan dük adına şehri yönetecek ve şehri uzaya taşıyacaktır. Hayaller hayaller…

Dük’ün üvey oğlu robotlardan nefret eden, babasını da mutlak güç ve tahta oturması kişi olarak gören bir çocuk. Babasının kendisini takdir etmesi için bizzat babasına bile karşı çıkan bir karakteri var. Rock gizlice Tima’yı öğreniyor ve yok etmek için profesörün laboratuvarını yakıyor, Tima tesadüfen oraya kadar ulaşan Kenichi ile kaçıyor. Lağımdan alt katlara düşen Tima ve Kenichi yukarıya çıkma, Rock ve Red Dük de ayrı ayrı Tima’yı bulma telaşına düşüyor.

Tima robot olduğunu bilmiyor bu arada. Kenichi ona konuşmayı ve yazmayı öğretiyor bu süreçte. Bol bol Kenichi yazıyor. 😀 Bu arada alt katlardan birinde robotların işlerini ellerinden almasından şikayetçi fakir ve işsiz halktan devrimcilerle tanışıyorlar. Sonunda yüzeye ulaştıklarında Rock Tima’yı öldürmeye çalışıyor, Red Dük Rock’u evlatlıktan reddediyor, Red Dük’ün fazla güç kazanmasından rahatsız olan hükümet orduyla birlikte gizlice devrimcileri destekleyeceğini söylüyor. Devrimciler harekete geçince ise ordu komutanının Red Dük’le işbirliği yaptığı ortaya çıkıyor. Robotlar sadece robot oldukları için ağır bir kıyıma uğruyor; ama devrimciler de oyuna getirilmiş olarak robotlarla aynı sonu paylaşıyorlar.

Red Dük mutlak güç olarak Ziggurat’taki tahta Tima’yı oturtmak suretiyle Metropolis’i tamamen ele geçirme hedefine nihayet ulaşmak üzereyken robot olduğunu öğrenen Tima mutsuzluk ve hayal kırıklığıyla tahta oturuyor. Tahtla bütünleşen Tima Red Dük’ün beklentisinin aksine ona itaat etmektense insanları ve şehri yok etmek üzere hareket etmeye başlıyor. Kenichi Tima’yı tahttan ayırmayı başarıyor; ancak Tima onu da öldürmeye çalışıyor. Bu arada bir yandan da şehir yerle bir olmakta. Son anda öyle bir hale geliyorlar ki Tima düşmek üzere, Kenichi onu kurtarma telaşında, Tima ise işbirliği yapmıyor ve düşerken muhtemelen kendine gelip Kenichi’yi hatırlıyor ve insan olduğunu düşündüğü haline dönerek ölmüş oluyor.

Metropolis ağır hasar almış, Ziggurat yıkılmış, her yer yerle bir, robotlar ve insanlar bir yandan neler olup bittiğini anlamaya çalışarak hayretle bakarken bir yandan da hayatn devam etmek zorunda olması gerçeğini yaşamaya başlıyorlar. Shunsaku Japonya’ya dönmeye karar veriyor. Kenichi ise diğer robot arkadaşlarının getirdiği Tima’nın parçalarıyla bir süre daha bu şehirde kalmak istediğini söylüyor amcasına.

Metropolis uzun süredir listemde izlenmeyi bekleyen filmlerden biriydi, sonunda izledim ve mutluyum. 🙂 Şimdi bu robotların suçu ne? Robotları yapan insan, robotlardan şikayet eden yine insan, robotları yok etmeye çalışan da insan, onlardan hala faydalanmaya ve pis işlerini yaptırmaya çalışan da insan. Bu ne yaman çelişkidir anlamak mümkün değil. Robotlar gerçekten duygusuz mudur? Sadece söyleneni mi yapar veya sadece söyleneni mi yapmalıdır? Kendi iradesi varsa bile bunu kullanarak karar vermesi kötü müdür? Onlardan beklenen tam olarak ne gerçekten? Ne kadar gelişmiş olursa olsun siyasi çekişmeler yine aynı, işsizlik yine aynı, hükümet ve halk yine aynı durumda, bir değişiklik yok mu gerçekten yoksa bu filmleri yapanların beyinleri içinde bulundukları zamandan kurtulamadığı için ancak ve ancak gördüklerini mi yansıtıyorlar ne dersiniz?

Ben pek böyle olduğunu düşünmüyorum açıkçası, tarihi metinlerde veya hikayelerde en çok hoşuma giden şey de budur. Bundan binlerce yıl önce bile insanların tıpki bugünküler gibi şeyleri sorun ettiklerini görüyorum, ne düşünmem gerektiğine karar veremiyorum. Hiç yol katedememişiz demek ki diyorum bir yandan. Diğer taraftan da garip bir şekilde mutlu oluyorum. İlginç hisler…

Metropolis hayatımızı kolaylaştırmak için bugün istediğimiz şeylerin acaba gerçekten de hayatımızı kolaylaştıracak mı yoksa başka sorunlarla birlikte zorlaştıracak mı sorgusunu yaptırıyor bence bize. Bir yandan modern, diğer taraftan bir nevi kast sistemi gibi katı bölümlere ayrılmış bir şehir. Bir yandan çok zengin, diğer taraftan çok fakir. Sahi gelecek nasıl olacak?

Film Müziği: Ağırlıklı olarak Toshiyuki Honda’nın yazdığı jaz ve orkestra müzikleri kullanışmıştır. Atsuki Kimura’nın St. James Infirmary Blues yorumu ile bitiş müziği olarak Minako “Mooki” Obata’nın There’ll Never Be Good-Bye şarkısı da kullanılır.

bokura-ga-ita

Bokura ga Ita – Oradaydık

Bokura ga Ita, Yuki Obata’nın yazdığı mangadan uyarlanan 26 bölümlük bir anime. Bölümler ortalama 25 dakikadan oluşuyor. 2006 yılında yayınlanan animeyi ise Akitaro Daichi yönetmiş.

Künye kısmını geçtikten sonra gelelim asıl meseleye. İlk kez ne zaman izlediğimi hatırlamıyorum; ama en sevdiğim animelerden biridir Bokura ga Ita. Sebebi ise bana çok gerçekçi gelmesi sanırım. Mangası nasıldır bilmiyorum açıkçası; ancak animesinin çizimleri öyle matah değildir. Hani öyle ayrıntılı, muhteşem şekilde çizilmiş, çizgilerden aşık olunacak tarzda karakterler değildir. Yani yazar burda “Hikayeye odaklanın.” der.

Odaklanalım bakalım hikayeye: Liseye başlayan Takahashi Nanami ve Yano Motoharu’nun inişli çıkışlı aşk hikayesi diye özetlenir. Şimdi böyle yazınca çok sıradan geldi, belki aslında çok sıradan; ama bence o sıradanlığı gerçekçi ve güzel hale getiren şey. Tabii ki klasik dram dram durumlar da söz konusu, ama o kadar kusur kadı kızında da olur değil mi? Yeri gelip her şeyin pat pat söylendiği, yeri gelip içindekilerin ifade edilemediği, anladığın halde hak veremediğin, hak verdiğin halde anlayamadığın, mantığının ve kalbinin farklı şeyler söylediği standart bir aşk ilişkisi bence ve bu şekilde olduğu için güzel.

Yano okulun yakışıklısı, her şeyi iyi, popüler oğlan. Nanami sıradan bir kız. Popüler tiplerin olayını anlamaz ve Yano’dan da nefret eder başta. Sonra bir şekil olaylar gelişir, sevmeye başlar, bunu da açık açık söyler Yano’ya. Bir süre sonra Yano’dan olumlu cevap alır. Biliyorsunuz ki hiçbir shoujo animede işler öyle sorunsuz gitmez. Ama işte benim asıl demeye çalıştığım şey şu ki; gerçek hayatta da öyle değil midir? Tam dersiniz ki; şu aşkım karşılık bulsa daha ne isterim, nasıl mutlu olurum, dünyalar benim olur, en büyük dileğim bu! Sonunda gerçekleşir… Sonrası ise sanki bu sizin en büyük isteğiniz değilmiş gibi, sanki bu hayatınızdaki en sıradan şeymiş gibi güzellikleri görmeyi bir kenara bırakıp duygularınızı bir kenara itip olmadık şeylere takılırsınız.

İnsan gerçekten kendisi için neyin daha önemli olduğunu iyi düşünüp karar vermeli. Kaybetme noktasına geldiğinde kafasına dank etmemeli. Bokura ga Ita’yı her izlediğimde bunu hatırlatıyorum kendime. Hatta kendimi kötü hissettiğim zamanlarda izlediğim bir anime Bokura ga Ita. Nedeni; hem çok beğenmem, hem de bana güç vermesi sanırım. Sonuçta şu an eşim olan insanla evlenmek hayaldi bir zamanlar; ama bu hayal gerçek oldu. 🙂

Animeye dönecek olursak bir ikinci sezonun olmasını çok isterdim, mutlu sonlu lütfen. Maalesef ki öyle bir ikinci sezon yok. Yaptığım araştırmalar sonucunda filminin olduğunu öğrendim, sanırım fırsat bulduğum bir ara izleyeceğim meraktan. Normalde dizilerini pek sevmem o karakter çeşitliliği olmadığı için gerçek oyuncularda, göze yeterince hitap ettiğini düşünmüyorum çünkü, animenin çıkış sebebi de bu değil mi zaten. 😀 Yine de bunu izlemek isterim, o kadar seviyorum düşünün. Mangasının devamında işler hiç de iyi gitmiyormuş. Film de aynı şekilde tabii. Hiç hoşuma gitmedi, hatta kalbimde bir sıkıntı yarattı bile diyebilirim, mutlu son olmasını o kadar isterdim, sanki kendi hayatım kendi ilişkim de buna bağlı gibi. 😀

Bokura ga Ita’dan favori birkaç cümlem de var. Nanami’nin ‘Olumsuz düşünürsen baştan kaybedersin.’ mealli cümlesi ile ‘Geçmişe yenilmeyecek bir şimdi yaratalım.’ cümlesine bayılıyorum diyebilirim. Hatta bu ikincisini eşime söylemişliğim ve bu yönde çabalar harcamışlığım vardır. Eski hatıralara ait yerlerde bu kez birlikte hatıralar oluşturmak gibi. Farklı bakış açıları olabileceğini göstermesi açısından da seviyorum bu animeyi.

Öyle işte izleyin, izletin, bu kadar çok sevdiğim animeleri yazmaya da cesaret edemiyorum genelde, bu da bir ilk olsun. 🙂

Açılış Müziği: Mi’den Kimi dake wo

Kapanış Müzikleri:

Mi’den Aishiteru (1,8,10. bölümler)

Kaori Asou’dan Koko ni Ite (2,5,24. bölümler)

Mi’den Sunset (3,18. bölümler)

Izumi Katou’dan Suki Dakara (4,6. bölümler)

Nozomi Sasaki’den Futari no Kisetsu ga (7,9,11,13. bölümler)

Izumi Katou’dan Utsukushisugite (12. bölüm)

Izumi Katou’dan Kimi ga Iru (14. bölüm)

Nozomi Sasaki’den Merry Go Round (15,16,19,22. bölümler)

Izumi Katou’dan Kotoba (17,20,21,23,25,26. bölümler)

Not: Görsel ararken film oyuncularını yakından gördüm, Yano rolündeki Toma Ikuta’yı başka bir diziden hatırlıyorum ve hiç yakıştıramadım Yano olarak. Belki o dizideki imajından öyledir, öyledir değil mi? Öyle olsun lütfen!

okusama wa joshikousei

Okusama wa Joshikousei – My Wife is a High School Girl

Okusama wa Joshikousei mangadan uyarlanan, yaklaşık 24 dakikalık 13 bölümden oluşan bir anime. Serinin PlayStation 2 ve Dreamcast için yapılmış oyunu da bulunmakta. 2002-2007 yılları arasında yayınlanan manganın Okusama wa Joshikousei anime serisi 2005 yılında yayınlanıp bitiriliyor. Manga ve anime arasında farklar var mı acaba?

Okusama wa Joshikousei’in başında ve aralarda sürekli geçen ve bir süre sonra bıkkınlık getiren Asami’nin bir konuşması var: “Ben Asami, herkesten gizli; ama ben aslında evliyim. Kocam aynı okuldan İchimaru Kyousuke hoca.” gibi bir konuşma. Gerçekten bıkacaksınız baştan söylüyorum.

Neyse Asami’nin de sürekli anlattığı gibi kendisi 17 yaşında lise öğrencisi, kocası da aynı okuldan 25 yaşındaki öğretmeni İchimaru Sensei. Asami’nin en büyük derdi de karı koca olmalarına rağmen henüz hiç sevişmemiş olmaları. Açıklama ise gayet basit ve Asami’nin babası tarafından sürekli karşımıza çıkarılıyor. Baba evliliğe izin verirken bizim hocaya sözleşme imzalatıyor, Asami mezun olana kadar hiçbir türlü yakınlaşma olmayacak diye. O yüzden zaten sürekli kapıdan bacadan damlayıp geliyor Asami’nin babası. En küçük bir yakınlaşma girişiminde dalıyor hemen sahneye. Aynı zamanda hocanın işini kaybetmemesi için okuldan da kimsenin bilmemesi gerekiyor evli olduklarını.

Bundan sonra biraz standart  yeni evli sorunları, biraz evliliklerini gizleme çabası sırasında başlarına gelenlerle geçiyor bölümler. Kocası eve geç geldiği için Asami’nin duyduğu yalnızlık hissi ve parkta gördüğü bir kediye bağlanması, onu eve almak istemesi gibi… Okuldaki başka bir genç hoca olan İwasaki’nin veya komşunun İchimaru’ya asılması gibi… Bu gibi anlarda Asami’yi en çok üzen şeyin “Ne oluyor size ben onun eşiyim, benim yanımda nasıl böyle şeyler yapmaya kalkarsınız?” diyememesi… Sonunda İwasaki o kadar çok bastırıp zorla evlerine dalıyor ve sadece bir sevgililik ilişkisi sandığı şeyin evlilik bağı olduğu gerçeğini öğreniyor. Hiçbir şey söylemeden çekip gidince İchimaru çok korkuyor, hatta yanlış anlaşılma yüzünden istifa mektubunu bile veriyor okula; ama İwasaki konuşup çözüyor konuyu “Tabii ki söylemeyeceğim ne sandın beni?” dercesine.

Anime başladığında Asami 2. sınıfa gidiyor. Okul değiştirdiğine ya da İchimaru’nun okula yeni geldiğine dair bir bilgi hatta ima dahi yok. Bu durumda evlenmeye karar verdiklerinde zaten aynı okulda öğretmen ve öğrenci olmaları gerekiyor. Nasıl tanışıp nasıl işleri ilerlettiler de evlilik noktasına geldiler anlamak ve bilmek maalesef mümkün olamıyor. Büyük göğüs ve dolgun kalça vurgularının, seksi görüntülerin de her şeye rağmen oldukça ön planda olduğunu söylemekte yarar var. İyi seyirler…

Açılış Müziği: Ayako Kawasumi’den Love Love! Chuっ Chuっ!

Kapanış Müziği: Ayako Kawasumi, Aya Endo, and Shiho Kawaragi’den Ai no Koneko

Neon Genesis Evangelion

Neon Genesis Evangelion (Shin Seiki Evangerion – Yeni Başlangıç Öğretileri)

Neon Genesis Evangelion 1995-96 yılları arasında gösterilmiş, Hideaki Anno’nun yönetmenliğini yaptığı, hemen hemen 23 dakikalık 26 bölümden oluşan bir anime. Genel olarak sağladığı başarı nedeniyle meşhur animeler arasında yer alıyor.

Neon Genesis Evangelion psikolojik öğeleri çok kullanıyor. Anime gelecek Tokyo’sunda geçiyor. 15 yıl önce kutup bölgesinde inanılmaz bir patlama gerçekleşiyor. İkinci Darbe deniyor buna. Orada tam olarak ne olduğunu insanlara açıklamıyorlar. Melek denilen devasa yaratıklar var. Nerden, neden geldikleri bilinmiyor, öyle saldırıyorlar. BM’ye bağlı NERV adlı gizli kuruluş da Meleklerle savaşmak için Evangelion isimli robotlar geliştiriyor. Bu robotları sadece 14 yaşındaki uygun çocuklar kullanabiliyor.

Komutan İkari bu kuruluşun başında ve çeşitli araştırmalar, gizli projeler yürütüyor. Komutan İkari’nin oğlu Shinji babasından ayrı yaşıyor ve araları kötü. Bir gün babası onu yanına çağırınca hem şaşırıyor hem de gidiyor; ancak gerçek şu ki bir sonraki Evangelion pilotu olarak seçilmiş ve babasının çağırma nedeni sadece bu. Zaten baba-oğul karşılaşması gibi bir şey göremiyoruz. İşin daha kötü kısmı Shinji’nin hiçbir şeyden haberi yokken üsse gelir gelmez haydi Evangelion, kısa adıyla Eva’ya atla ve Melek’le savaş diyorlar. Shinji ne oluyor, yapamam ben bunun için gelmedim diye isyan ederken saldırının etkisiyle bir şeyler yıkılıyor ve tam da bu sırada Evangelion 01 fişe takılı olmamasına rağmen elini kaldırıp Shinji’yi koruyor. E haliyle yakınlaşma kaçınılmaz hale geliyor. Eva 01 ve Shinji arasında bir bağ oluştuğunu söylemeye gerek yok sanırım.

İlk pilot Rei adında bir kız. O da normal değil, sonra zaten neler neler çıkacak ortaya. 3. Pilot ise Almanya’dan geliyor. Onun da kendini beğendirme, bir birey olarak kabul edilme sorunları var. Eva pilotluğunu da bu amaçla yapıyor. Dışarıya karşı ise kendinden emin, kendini beğenmiş bir kız.

Adam Projesi denilen bir proje var. Adam kutup bölgesinde bulunan ve uyanmasının İkinci Darbe’ye neden olduğu söylenen ilk Melek; ancak Komutan İkari sağlam birine benzemiyor, dolaplar dolaplar…

İkinci Darbe’den sağ olarak kurtulan tek bir kişi var, o da Katsuragi Misato. O da babasını affedemiyor, ondan nefret ettiğini söylüyor; ama sonunda babası gibi birine aşık olduğu için de kendini suçluyor. Shinji ise ölümle burun buruna gelip kişisel bir hesaplaşma anı yaşıyor. Neden insanların onunla ilgili kötü düşünmesini istemediğiyle ilgili hesaplaşmalar. Aslında herkes bir şeylerden kaçıyor. Sadece kaçılan şey farklı.

Bir de bu derece ilerlemiş şeyler yapan bilim insanlarının hala Adem ve Havva inancına takılıp kalması garip geldi bana. Zaten çeşitli dinlerden unsurlar da fazlaca yer alıyor.

Neyse Melekler gelmeye devam ediyor, savaşlar da devam ediyor. 4. pilot olarak Shinji’nin okuldan arkadaşı seçiliyor. İlk savaşında herkes ölmenin eşiğindeyken Eva 01 uyanıp Melek’i öldürüyor ve başına çöküp öldürdüğü Melek’i yemeye başlıyor. Bu noktada herkes dehşete kapılmışken NERV’deki bilgisayar uzmanı Akagi Ritsuko zırh gibi görünen şeylerin aslında Eva’yı kontrol altında tutmak için var olduğunu, Eva’nın gerçek yüzünün bu olduğunu itiraf ediyor. Ayrıca Eva 01 bilim adamlarının üstünde çalıştığı S2 Machine dedikleri şeyi kendi kendine gerçekleştiriyor, yani öldürdüğü Melek’in kolunu koparıp kendi kopmuş koluna takıyor ve o kolu kendi parçası haline getiriyor.

Bu olaylar olurken Eva 01’in kontrolünü tamamen kaybeden ekip Shinji’yi de kurtaramıyor. Shinji özel bir sıvıyla dolu kabinin içinde gözle görülemez bir hal alıyor. “Daha önce de böyle bir şey oldu ve kurtarma başarılı olamadı.” diyen Ritsuko’nun bu sözlerinin aslını sonra öğreniyoruz. Shinji ise bu halde görüntüler görünüyor. Bu aynı zamanda Shinji’nin annesi ve Komutan İkari hakkında da birçok şey öğrendiğimiz yer oluyor.

Henüz öğrencilik döneminde sivrilen bilim insanı aslında İkari Yui, yani Shinji’nin annesi oluyor. İkari Gendo Yui’ye çalıştığı örgüt nedeniyle yakınlaşıp evleniyor ve Yui’nin soyadını alıyor. Yui Evangelion yapımı çalışmalarında bulunuyor ve ilk test pilotluğunu yapıyor. İşler ters gidip de şu an Shinji’nin bulunduğu forma geçince maalesef kurtarılamıyor. Shinji de annesi ve babasını görüyor. Babası ve annesi arasında şöyle bir konuşma geçiyor:

  • İkinci Darbe’nin daha yeni olduğu bu cehennemde yaşayabilecek mi?
  • Yaşamaya çalışırsan her yer cennet olabilir. Yaşadığı için, yaşadığı müddetçe mutlu olma şansı var.

İkari Yui’nin ölümünden sonra İkari Gendo çok değişiyor. 1 hafta ortadan kayboluyor ve sonra yeni bir proje başlatıyorum diye geri geliyor. Yanında da bir tanıdığımın çocuğu ilk pilot Rei’i getiriyor. Rei’in İkari Yui’ye benzerliği dikkat çekiyor. Bu arada Ritsuko’nun annesi ve Komutan İkari arasında bir ilişki var. Rei bir gün Akagi’nin olduğu yere geliyor kaybolduğunu söyleyerek. Rei’in konuşmasından hoşlanmayan Akagi onu Komutan İkari’ye şikayet etmekle tehdit edince Rei “O öyle söylüyor zaten. İnatçı, işe yaramaz diyor.” diyor. Akagi kendini kaybedip Rei’i muhtemelen öldürüyor ve bir silah sesiyle Akagi de yere uzanıyor.

Melekler savaşlar devam ediyor diğer yandan. Asuka rezalet halde. İç çekişmesi pilotluk yapmasına engel oluyor. Kendinde tek değer olarak gördüğü pilotluğu yapamadıkça daha da kötü hissediyor kendini. Rei Shinji’yi kurtarmak için kendini feda ediyor, sonunda Rei’in bulunduğu kabin bulunuyor. Ekibin başındaki Ritsuko nedense bunun gizli kalmasını emrediyor. Rei hastanede ve Komutan İkari’nin hesap verdiği, aslında ipleri çeken gizli üst örgüt Seele’ye Rei’in yaşadığını söylemiyorlar, Komutan İkari onun yerine Ritsuko’yu sunuyor onlara.

Asuka ile birlikte gelen Misato’nun eski erkek arkadaşı da çift taraflı çalışıyor; bazı gizli bilgileri öğreniyor ve ortadan kaybolmadan önce bu gizli bilgilerin olduğu bir kapsülü Misato’ya veriyor. NERV üssünde gizli bir bölümün kapısında Ritsuko, Misato ve Shinji’yi görüyoruz. İçeri giriyorlar, Rei’in odası, Rei’in doğduğu yer, başarısız olan Evangelionlar’ın mezarı, İkari Yui’nin kaybolduğu yer de burası. Evalar’ı pilotsuz çalıştırmak için kullanılan model kabinin merkezi, sıvı dolu tankın içinde de bir sürü Rei. Yani Rei model kabinin kendisiymiş aslında.

“İnsan Tanrı’yı buldu, ele geçirmeye çalıştı. Ceza olarak İkinci Darbe gerçekleşti 15 yıl önce. Bulunan Tanrı yok oldu; ama insan kendi eliyle Tanrı’yı yeniden hayata getirmeye çalıştı ve Adam’ı yarattı. Adam’dan Tanrı’ya benzeyen insanları yani Evalar’ı yarattı. Eva da aslında insan; ama ruhu yok. Bu şekilde yaratılıp ruhu olan tek vücut Rei.” diye açıklama yapıyor Ritsuko.

Dışarıda ise şehir yıkılıyor. Herkes başka yerlere taşınıyor. Asuka hiçbir işe yaramıyorum diye isyanlarda. Shinji yalnızım kimse kalmadı diye isyanlarda. Bu sıralarda da 5. çocuk geliyor üsse. Adı Kaoru. Rei ile konuşup “İkimiz de aynıyız, Lilim’in şeklini aldık.” diyor. Daha sonra anlıyoruz ki Lilim dediği aslında insan. Kaoru’nun son Melek olduğu ortaya çıkıyor. Doğrudan üssün içinde saldırıyor; ama Shinji durdurup dışarıya çıkarmayı başarıyor. Zorlu bir sürecin ardından Kaoru’nun da bu sonu kabul edip Shinji’yi ikna etmesiyle Kaoru’yu öldürüyor. Suçluluk duygusu tabii ki var; ama bundan kurtulma çabası da.

Komutan İkari’nin asıl projesi İnsanlık Araç Projesi sonunda faaliyete geçiyor, son bölümde bu projenin içindeki Shinji’yi görüyoruz. Proje herkesin ruhunda eksik olan bir nokta olduğu gerçeğinden yola çıkıp her şeyi başa döndürerek bu eksikliği doldurma amacını taşıyor. Proje herkese uygulanınca da “Herkes tek olacak!” deniyor.

İzlemeye başladıktan sonra hatırladım ki Neon Genesis Evangelion’u birkaç yıl önce de izlemiştim; ama tamamen unutmuşum. Bu yazıların asıl nedeni de bu değil mi zaten? 😇

Yukarıda da bahsettiğim gibi psikolojik öğelerin ön planda olduğu bir anime. Severim böyle türleri; ama işin içinde çok fazla yön olup da her şey açıklanmayınca, dallanıp budaklanınca kendimi aptal gibi hissedip üzülmüyor da değilim. 🙁 Neon Genesis Evangelion serisi filmlerini izledikten belki aydınlanırım. Siz de eski oluşuna bakmayın, izleyin. 🙂

Neon Genesis Evangelion Açılış Müziği: Yoko Takahashi’den A Cruel Angel’s Thesis

Neon Genesis Evangelion Kapanış Müziği: Claire Littley’den Fly Me to the Moon

Mugen No Ryvius

Mugen No Ryvius da 2225 yılında yine uzayda geçen bir anime. Yaklaşık 24 dakikalık 26 bölümden oluşuyor. 1999-2000 yıllarında yayınlanan animenin çizimlerinden yeni olmadığını hemen anlıyorsunuz zaten. Sonrasında 2004-2005 yılında da mangası yapılmış.

Gelelim asıl konuya. Birbirleriyle anlaşamayan, ki bu şiddet uygulama derecesinde, iki kardeş Kouji ve Yuuki. Uzay gemisi pilotluk lisansı almak için uzay eğitim üssü Liebe Delta’ya giderler. Çocukluk arkadaşları Aoi de birlikte gelir. Bir tatil döneminde çocuklardan bazıları evlerine dönmüş, bazıları orada kalmışken bir şeyler ters gitmeye başlar.

Daha öncesinde güneşte nedeni bilinmeyen bir patlama olur. Geduld adını verdikleri çok yüksek ısı ve yerçekimi kuvvetine sahip tabaka tabaka alanlar oluşur. Bunlar da seviye seviye, ona göre basınç ve sıcaklık giderek artıyor. Bu uzay üssü zaten yakın zamanda kullanımdan kaldırılacak çünkü çok eski. Üssün kabin idaresi en iyi öğrenci grubunun elindeyken rotanın değiştirildiğini, böyle giderse hepsinin öleceğini öğreniyorlar.

2225 yılı, uzay seyahati, başka gezegenlerde yaşam dediysek lütfen yanlış anlaşılmasın. Bir uzay gemisinin rotasını değiştirmek, herhangi bir hareket yapmak inanılmaz vakit alan bir şey. Sadece rotanın değiştirilebilmesi için 8-9 saat falan gerekiyor mesela. Öğrenciler üssün uzay gemisine aktarılıyor. Kalan eğitmenler kendilerini feda ederek dışarıdan bir patlatmayla gemiye güç verip rotasının değişmesini sağlıyorlar. Yardım çağrısı gönderiliyor ve beklenmeye başlanıyor.

Bu arada yardıma geldiğini sandıkları ordu gemileri ateş açıyor. Geminin içinde başka ve çok teknolojik bir gemi olduğunu keşfediyorlar. Adı Ryvius. Kendi kendine hareket ediyor, robot gibi şeyleri var, içinde depolanmış yiyecekler var vs. Bu gemi onları koruyor. Bir de ortalıkta dolaşan ilginç pembe kıyafetli bir kız var ki öyle herkese görünmüyor başlarda ve çok sonra öğreniyoruz kim olduğunu.

Ryvius’a taşınılıyor. Gemi çözülmeye çalışılıyor, derken birbiri ardına saldıranlar devam ediyor. Sonraki saldırılar Ryvius’a benzeyen gemilerden geliyor. Adları teröriste çıkarılıyor. Onlar da yaşamak için savaşıyor işte. Aslında raporlarda çocuklardan bahsediliyor ama gemiyi yok etmek öncelikli hedefleri nedense.

Bir türlü başarılı olamıyorlar. Çocuklar gemide bir nevi Sineklerin Efendisi’ni yaşıyorlar. Gerçekten çocukları bile öyle uzun süre tek başlarına bırakmamak lazım. Neler olmuyor neler. Animenin psikolojik yanı da burada işte.

Ve geldik sonunda çözülen gizemlere: Bu Geduld denilen alanların en en derinlerde olanlarında bir tür yaratık yaşayabiliyor. Ryvius ve diğer gemiler eğer güneşte tekrar bir patlama olursa insanların bu gemilerle korunup bir süre yaşamını devam ettirmesi için bu yaratıkların gücüyle yapılmış. Vaia gemileri deniyor bunlara. Bizim pembeli kız – adı Neya – ve diğerlerinde olan yaratıklara Sphinx deniliyor ve geminin gücünü veren asıl bu yaratıklar oluyor. Geminin tam kontrolünü sağlamak için Sphinx ile kaptanın tam bir bağ yakalaması gerek; ancak bundan dolayı kaptanlar bir süre sonra çıldırıyor.

Son savaşın ardından yetkililer sonunda ‘Yok biz çocukları kurtaralım.’ demeyi akıl ediyor. Çocuklar kurtarılıyor. Aradan birkaç ay geçtikten sonra yetkililer çocuklara ulaşıp ‘Biz gemiyi sizin gibi hareket ettiremiyoruz. Neya sizi istiyor herhalde. Haydi bir çıkın dolanın.’ diye davet ediyorlar. Çocukların hemen hemen hepsi kabul ediyor, yolculuğa çıkıyorlar ve animemiz bitiyor.

Moshidora

Moshidora lise öğrencisi bir kızın Peter Drucker’in Management kitabını okul beysbol takımına uyarlarsa neler olacağınız anlatıyor. Beysbol, dram ve kıyısında köşesinde aşk meşk olmayan bir anime. Aslı Natsumi Iwasaki’nin 2009 yılında yazdığı romana dayanıyor. 2011 yılında da 25 dakikalık 10 bölümden oluşan bir anime serisine dönüştürülüyor.

Kahramanımız Kawashima Minami beysbolla büyümüş bir çocuk. Eğer erkek olsaymış babası profesyonel beysbol oyuncusu olması için yetiştirecekmiş; ancak kız olarak da elinden geleni yapmış, her şeye rağmen babası ona ‘Evet, çalışırsan profesyonel bir oyuncu olabilirsin.’ demiş ve Minami buna canıgönülden inanmış. Gelin görün ki gerçekler böyle değil. Bir süre sonra birlikte maç yaptığı erkeklerin hepsi boy atıp kuvvetlenince gerçekle yüzleşmek zorunda kalarak beysboldan nefret etmeye başlamış.

Bu arada en yakın arkadaşı Yuuki. Sağlığı zayıf bir kızcağız. Küçüklükten beri sık sık hastanelerde yaşıyor desek yeri. Bu hastalıklı hayatında arkadaşı Minami’nin çok kritik bir anda yaptığı atış sırasında içine dolan duygular onu öylesine mutlu etmiş ki, bu duyguları tekrar yaşayabilmek için kısmen de olsa okula gelebildiği lisede beysbol takımının menajeri olmuş.

Yuuki tekrar hastaneye yatınca Minami onu mutlu etmek için Yuuki dönene kadar işini devralmaya karar veriyor. Kitapçıya gidip bu işle ilgili bir kitap almak istiyor; ama gerçekten hiçbir şey bilmez halde bakınırken yardım önerisinde bulunan görevliye menajerlikle (Japonca Ma-nee-caa), yönetimle (Japonca Ma-ne-ce-men-to) ilgili bir şeyler aradığını söyleyince görevli kız ona Peter Drucker’in ‘Management’ kitabını öneriyor. Yuuki’yi ziyaret edip muhteşem haberi verirken kitabı gören Yuuki, bunun iş dünyasıyla ilgili olduğunu söyleyip gülüyor; ama Minami kitabı geri de götüremediğinden zorla okumaya çalışıyor. Bir lise öğrencisine göre zor bir dili olan kitabı anlamaya çalışırken ‘Neden burada yazanları beysbol takımına da uygulamayayım ki?’ düşüncesiyle sıvıyor kolları.

Kitaptan öğrendiklerini adım adım uygulamaya çalışarak çok kötü durumda olan beysbol takımını Ulusal Yaz Turnuvası’na katılabilme noktasına getirmek üzereyken Yuuki’nin kaybı herkesi sarsıyor. İsyan bayrağını çeken Minami’ye Yuuki’nin annesinin sözleri tokat gibi çarpıyor. Meğer Yuuki hastaneye yattığında 3 ay ömür biçmiş doktor; ama Yuuki herkesin sayesinde neredeyse 1 yıl yaşamayı başarmış (Bu bölüm duygusallara ağlama garantili). Bu halde final maçına çıkan takım yine de başarıya ulaşıp Yuuki için ulaşmak istedikleri hedefe ulaşıyorlar.