Etiket arşivi: Shounen

metropolis

Metropolis

Metropolis, Osamu Tezuka’nın aynı adı taşıyan mangasından esinlenerek oluşturulmuş bir anime film. 2001’de Rintarou yönetmenliğinde yapılan 113 dakikalık film, mangadan farklı bir seyir izliyor.

Metropolis robotlar ve insanların bir arada yaşadığı,gelecekte bir şehir. Her ne kadar birlikte yaşıyorlar desek de, robotlar ağırlıklı olarak sevilmiyor ve hatta şehrin alt bölümlerine atılmış durumda. Kahramanlarımız Shunsaku Ban ve yeğeni Kenichi Metropolis’e gelmeleri Ziggurat’ın açılış şenliklerine rastlıyor. Shunsaku dedektif ve organ ticareti suçuyla aranan çılgın profesör Laughton’u arıyor. Laughton ise Red Dük için Metropolis’i yönetecek özel bir robot yapmakla meşgul. Red Dük animenin klasik kötü karakteri. Ziggurat’taki özel tahta oturacak olan özel robot Tima oradan dük adına şehri yönetecek ve şehri uzaya taşıyacaktır. Hayaller hayaller…

Dük’ün üvey oğlu robotlardan nefret eden, babasını da mutlak güç ve tahta oturması kişi olarak gören bir çocuk. Babasının kendisini takdir etmesi için bizzat babasına bile karşı çıkan bir karakteri var. Rock gizlice Tima’yı öğreniyor ve yok etmek için profesörün laboratuvarını yakıyor, Tima tesadüfen oraya kadar ulaşan Kenichi ile kaçıyor. Lağımdan alt katlara düşen Tima ve Kenichi yukarıya çıkma, Rock ve Red Dük de ayrı ayrı Tima’yı bulma telaşına düşüyor.

Tima robot olduğunu bilmiyor bu arada. Kenichi ona konuşmayı ve yazmayı öğretiyor bu süreçte. Bol bol Kenichi yazıyor. 😀 Bu arada alt katlardan birinde robotların işlerini ellerinden almasından şikayetçi fakir ve işsiz halktan devrimcilerle tanışıyorlar. Sonunda yüzeye ulaştıklarında Rock Tima’yı öldürmeye çalışıyor, Red Dük Rock’u evlatlıktan reddediyor, Red Dük’ün fazla güç kazanmasından rahatsız olan hükümet orduyla birlikte gizlice devrimcileri destekleyeceğini söylüyor. Devrimciler harekete geçince ise ordu komutanının Red Dük’le işbirliği yaptığı ortaya çıkıyor. Robotlar sadece robot oldukları için ağır bir kıyıma uğruyor; ama devrimciler de oyuna getirilmiş olarak robotlarla aynı sonu paylaşıyorlar.

Red Dük mutlak güç olarak Ziggurat’taki tahta Tima’yı oturtmak suretiyle Metropolis’i tamamen ele geçirme hedefine nihayet ulaşmak üzereyken robot olduğunu öğrenen Tima mutsuzluk ve hayal kırıklığıyla tahta oturuyor. Tahtla bütünleşen Tima Red Dük’ün beklentisinin aksine ona itaat etmektense insanları ve şehri yok etmek üzere hareket etmeye başlıyor. Kenichi Tima’yı tahttan ayırmayı başarıyor; ancak Tima onu da öldürmeye çalışıyor. Bu arada bir yandan da şehir yerle bir olmakta. Son anda öyle bir hale geliyorlar ki Tima düşmek üzere, Kenichi onu kurtarma telaşında, Tima ise işbirliği yapmıyor ve düşerken muhtemelen kendine gelip Kenichi’yi hatırlıyor ve insan olduğunu düşündüğü haline dönerek ölmüş oluyor.

Metropolis ağır hasar almış, Ziggurat yıkılmış, her yer yerle bir, robotlar ve insanlar bir yandan neler olup bittiğini anlamaya çalışarak hayretle bakarken bir yandan da hayatn devam etmek zorunda olması gerçeğini yaşamaya başlıyorlar. Shunsaku Japonya’ya dönmeye karar veriyor. Kenichi ise diğer robot arkadaşlarının getirdiği Tima’nın parçalarıyla bir süre daha bu şehirde kalmak istediğini söylüyor amcasına.

Metropolis uzun süredir listemde izlenmeyi bekleyen filmlerden biriydi, sonunda izledim ve mutluyum. 🙂 Şimdi bu robotların suçu ne? Robotları yapan insan, robotlardan şikayet eden yine insan, robotları yok etmeye çalışan da insan, onlardan hala faydalanmaya ve pis işlerini yaptırmaya çalışan da insan. Bu ne yaman çelişkidir anlamak mümkün değil. Robotlar gerçekten duygusuz mudur? Sadece söyleneni mi yapar veya sadece söyleneni mi yapmalıdır? Kendi iradesi varsa bile bunu kullanarak karar vermesi kötü müdür? Onlardan beklenen tam olarak ne gerçekten? Ne kadar gelişmiş olursa olsun siyasi çekişmeler yine aynı, işsizlik yine aynı, hükümet ve halk yine aynı durumda, bir değişiklik yok mu gerçekten yoksa bu filmleri yapanların beyinleri içinde bulundukları zamandan kurtulamadığı için ancak ve ancak gördüklerini mi yansıtıyorlar ne dersiniz?

Ben pek böyle olduğunu düşünmüyorum açıkçası, tarihi metinlerde veya hikayelerde en çok hoşuma giden şey de budur. Bundan binlerce yıl önce bile insanların tıpki bugünküler gibi şeyleri sorun ettiklerini görüyorum, ne düşünmem gerektiğine karar veremiyorum. Hiç yol katedememişiz demek ki diyorum bir yandan. Diğer taraftan da garip bir şekilde mutlu oluyorum. İlginç hisler…

Metropolis hayatımızı kolaylaştırmak için bugün istediğimiz şeylerin acaba gerçekten de hayatımızı kolaylaştıracak mı yoksa başka sorunlarla birlikte zorlaştıracak mı sorgusunu yaptırıyor bence bize. Bir yandan modern, diğer taraftan bir nevi kast sistemi gibi katı bölümlere ayrılmış bir şehir. Bir yandan çok zengin, diğer taraftan çok fakir. Sahi gelecek nasıl olacak?

Film Müziği: Ağırlıklı olarak Toshiyuki Honda’nın yazdığı jaz ve orkestra müzikleri kullanışmıştır. Atsuki Kimura’nın St. James Infirmary Blues yorumu ile bitiş müziği olarak Minako “Mooki” Obata’nın There’ll Never Be Good-Bye şarkısı da kullanılır.

Muteki Kanban Musume - Ramen Fighter Miki

Muteki Kanban Musume

Muteki Kanban Musume (Yenilmez Servis Elemanı); Jun Sadogawa’nın yazdığı mangadan uyarlanan, 2006 yapımı, 12 bölümlük bir anime. Bölümler yaklaşık 25 dakikadan oluşuyor. Yönetmenliğini ise Nobuo Tomizawa yapıyor.

Kahramanımız Miki Onimaru annesinin işlettiği ramen dükkanında çalışıyor çalışmasına ama ne teslimatları tam vaktinde yapıyor ne de aslında doğru düzgün işe yarıyor. Faydadan çok zarar veriyor desek yeri. 20 yaşında olmasına rağmen çocuk akıllı, çok enerjik, dövüşçü ama diğer yandan da yardıma ihtiyacı olanların yardımına koşan biri. Karşılarında fırını olan Megumi Kannazuki okuldan arkadaşı ve sürekli Megumi ile Miki sürekli kavga ediyor. Megumi ne yaparsa yapsın bir türlü kazanmayı başaramıyor.

Bir de Kankuro Nishiyama var. O da okul döneminde Miki’den çok çekmiş, 4 yıl aradan sonra döndüğü şehirde Miki’yi yenip intikamını almak ve hayata devam edebilmek umuduyla Miki’ye sürekli meydan okuyor. Her seferinde daha sefil halde yenilse de…

Bu dalaşmaları, Miki’nin annesinin tepkileri gibi aslında ekstrem bir ailenin günlük hayatını izliyoruz. 🙂

Açılış Müziği: Masami Okui’den Wild Spice

Kapanış Müziği: Naozumi Takahashi’den Mutekina Smile

Myshibugyou

Mushibugyou ilk olarak 2009’da yayınlanan bir manga serisinin 2013’te animeye çevrilmiş hali. Abartılı dövüş sanatları ve kurgudan hoşlananlar için birebir. 23:14 dakikalık 26 bölümü bir oturuşta izleyebilirsiniz.

Mushibugyou Shogunluk dönemi Edosu’nda (Tokyo), 100 yıl öncesinde ortaya çıkan ve sadece insan yiyen dev böceklerle savaşan bir birim. Daha doğrusu bu birimin başkanı. Başlarda biz bile görmüyoruz nasıl biri olduğunu. Kimseyle doğrudan görüşmüyor. Ancak bir tür perdenin arkasından, belli bir mesafeden birkaç kişiyi görüyor.

Birim doğaüstü yaratıklarla savaştığı için üyeleri de haliyle bu ayarda insanlar. Kısaca göz atacak olursak:

Tsukushima Jinbei grubun son üyesi ve anime onunla başlıyor. Babası çok büyük bir kılıç ustası ve kendi tekniğini geliştirmiş biri. Birime katılması için çağrılıyor; ancak artık ayağı sakat olduğu için Jinbei onun yerine Edo’ya gitmeye karar veriyor. Neşeli, herkese yardıma koşan, laf dinlemeyen, biraz da aptal ama vazgeçmeyen bir tip. Bu özellikleri nedeniyle de biraz zorla da olsa birime dahil oluyor.

Mugai grubun en güçlü üyesi. Yerçekimine meydan okuyan bir saçı ve devasa bir kılıcı var. Daha öncesinde Mushigari (Böcek Avcıları) adlı bir grubun üyesi ve en büyük amacı Mushibugyou’yu öldürmekken, onunla bu amaçla karşılaşınca işler değişiyor.

Hibachi grubun kadın ninjası. Eski ninja köyünde artık ninjalara iş düşmediği için herkes bu işten elini çekerken, dedesi kendi tekniğini asla bırakmıyor ve ilgili görünen tek kişi Hibachi’ye de yanında durduğu zamanlarda bildiklerini öğretiyor. Her şeye rağmen tekniğinin mirasçısı olarak bir kadını asla kabul etmeyecek biri. O nedenle Hibachi’nin hayallerinden biri dedesinin onu kabul etmesi.

Shungiku Koikawa bir eşkiyanın oğlu. Annesinin yaşadığı dönemde ona bağlılığıyla birini öldürmeyi reddettiği ve ona daha yakın olduğu için babası tarafından sürekli aşağılanıyor. Bir gün annesini ölü buluyor ve babasının yaptığını düşünerek bütün çetesini öldürüyor. Sıra babasına gelince olacakları da siz izleyin. 🙂 Bu nedenle adı 99’un katiline çıkıyor. Ancak annesinin katilinin babası değil de Mushigari üyesi biri olduğunu öğreniyor. Günahlarının bedeli olarak birime katılıp bu kez böcek kesmeye başlıyor. Çok iyi bir kılıç ustası ve bunu ‘Keserken keserken bir baktım ki bu hale gelmişim.’ diye açıklıyor.

Tenma Ichinotani grubun en genç üyesi. Anne ve babasının ölmeden önce kendisine bıraktığı iki kağıt bebeği kontrol etme yeteneğine sahip. Çok fazla şeyden korksa da başarılı bir çocuk olup anne ve babasının bunu görmesi en büyük isteği. Laf aramızda ben de Tenma’yla aynı korkuyu paylaştığımdan o sahnelerin bazılarına bakamadım. 😀

Kotori Matsunohara birimin komutanı gibi biri. O da samuray ve oldukça iyi bir samuray. Mushibugyou ve ekip arasında iletişimi sağlayan kişi de o. Ekibin diğer üyeleri en azından başlarda Mushibugyou’nun nasıl biri olduğunu görmüş değil.

Son olarak da Mushibugyou, namı diğer Kuroageha’dan bahsedelim. Animenin kilit karakteri. Her şey bunun başının altından çıkmış zaten desek yeri. Küçük bir kız çocuğu görünümünde, saç, kaş, kirpik bembeyaz. Vücudundan çok güçlü zehirler salabildiği için kimseyle teması olmadan yaşıyor yıllardır. Yaşam enerjisini yitirmiş halde, günahlarının bedelini ödediği düşüncesiyle dev böceklerle savaşıyor sadece. Jinbei ile tanıştıktan sonra bu kısımlar ciddi anlamda değişiyor. Böceklerin çıkış yeri ve Kuroageha’nın kim olduğu sorularının cevapları ise aynı yerde saklı.

Bir yandan kahramanları tanıyıp bir yandan maceralara dalacağınız bölümler sizi bekler. İyi seyirler. 🙂

Mouryou No Hako

Mouryou no Hako gizemli ve bence daha Japon Japon kokan bir anime. Sözlükte Mouryou için her tür ruh ve cin diyor; ama animede de göreceğiniz üzere Japon kültüründe bu gibi yaratıklar için oldukça ayrıntılı bir terminoloji mevcut. O nedenle Türkçe kısaca Cin Kutusu diyelim.

Mouryou no Hako esasen Natsuhiko Kyogoku’nun yazdığı bir roman. Sonradan film, anime ve manga uyarlamaları yapılıyor. Burada ele alacağımız da 2008’de yayınlanan, ortalama 23 dakikalık 14 bölümden oluşan anime serisi.

Hikaye 1952’de geçiyor. Kanako Yuzuki güzel, oldukça farklı, edebiyatı çok seven bir ortaokul öğrencisi. Sınıf arkadaşı Yoriko Kusumoto ise fakir bir aileden, annesiyle yaşayan, sessiz, kendi halinde  bir kız. Ancak Kanako Yoriko’yla arkadaş oluyor. Aralarındaki farka ve Kanako’nun kusursuzluğuna rağmen buna akıl erdiremeyen Yoriko evdeki mutsuzluğundan kaçmak için Kanako’ya sığınıyor. Kanako ise ona biz aslında biriz, biz birbirimizin yeniden doğmuş haliyiz gibi gizemli sözler ediyor ve bunlar Yoriko’yu çok etkiliyor.

Kanako’nun da aile durumları karışık belli, ablasıyla yaşıyor. Bir gün trene binip uzaklarda bir göl bularak gece onu seyretmek üzere sözleşiyorlar. O gün geldiğinde garda beklerken Yoriko, Kanako’nun ağladığını fark ediyor, arkasında dururken de boynunda bir sivilce görüyor. Çok saçma gelse de bunları neden yazdığımı sonra anlayacaksınız. 🙂 Tam tren gelirken biri Kanako’yu itiyor ve Kanako çarpılıyor. Hemen hastaneye kaldırılıyor, o an izinde ve olay yerinde olan dedektif Kiba olaya dahil oluyor.

Kanako ilk olarak götürüldüğü hastaneden Kōshirō Mimasaka’nın araştırma hastanesine naklediliyor. Ancak daha bu aşamada ailede sıkıntı olduğu belli oluyor. Orada olanlar; Kanoko’nun ablası olduğunu söyleyen ve eski film yıldızı Youko Yuzuki, ailenin avukatı olduğunu söyleyen Noriyuki Masuoka ve Kanako’nun koruması olduğunu söyleyen Noritada Amemiya.

Bu arada bölgede kutular içinde genç kızlara ait kesilmiş uzuvlar bulunmaya başlıyor. Kanako hastaneden kayboluyor. Kanako’yla birlikte koruması Amemiya da kayboluyor. Hastane asistanı Tarou Suzaki öldürülüyor. Bulunan uzuvlar nedeniyle hali hazırda birbirlerini tanıyan Chuuzenji (cinci), Sekiguchi (yazar), Kiba (polis) ve Enokizu (özel dedektif) konu üzerinde çalışmaya başlıyorlar.

Uzuvların bulunduğu yerlerde eli eldivenli ve siyahlar içinde bir adam görüldüğü dedikoduları dönmeye başlıyor. Bu aşamada bir yerlerde Yoriko diyor ki, Kanako’yu eldivenli ve siyahlar içinde biri raylara itti.

Kanako’yu bulması için avukat Masuoka, patronu ve Kanako’nun dedesi Youko Shibata’nın emriyle Enokizu’yu görevlendiriyor. Sonuç olarak herkes aynı olayın gizemini çözmek için birleşmiş oluyor.

Kanako kayıp, sağda solda genç kız uzuvları bulunuyor. Uzuvların kızlar daha hayattayken kesildiği anlaşılıyor. Ortada dolaşan siyahlı ve eldivenli bir adam var. Sekiguchi’nin yayınevinden tanıdığı Kubo Shunkou’nun yayınlanmayan kitabı kutunun içinde bir kızdan bahsediyor. Enokizu avukattan öğreniyor ki, Yuzuki Youko aslında Kanako’nun ablası değil, annesi. Öldürülen kızların hepsinin aileleri bir tarikata üye. Tarikat lideri Kubo’nun babası çıkıyor.

Nihayetinde bütün bu bulmacalar çözülüyor. Youko babası Mimasaka’ya aşık, babasının hasta annesinin yanında kendi güzelliğini daha çok hak ettiğini düşünüyor. Sonuç olarak babası ile birlikte olup Kanako’yu doğuruyor. Ne olursa olsun onu yaşatmak için her şeyden uzaklaşıyor.

Mimasaka’nın araştırma hastanesi aslında savaş zamanında kurulmuş ve insan beynini robot vücutlara yerleştirerek yenilmez askerler yaratma amacı güdüyormuş. Kızının kızı ve aslında kendi kızı olan Kanako ölmek üzere oraya getirildiğinde ona da bu çalışmalarının eseri olan bir tedavi uygulanıyor. Parça parça uzuvları kesiliyor ve sadece kafası ve beyniyle makinelere bağlı olarak yaşaması sağlanıyor. Mimasaka bunun gerçekten yaşamaya devam etmek olduğunu iddia etse de tabi ki durum böyle değil.

Kanako hastaneden kaçırıldığında aslında sadece kutunun içinde bir kafa şeklindeymiş. İlk kaçırmaya çalışan asistan olsa da Amemiya onu öldürüp kutuyu alıp kaçıyor. Kubo tesadüfen trende Amemiya ile karşılaşıyor ve kutunun içinden ses geldiğini duyuyor. Amemiya da Kubo’ya ‘Duydun değil mi?’ diyerek kutuyu açıp Kanako’nun kafasını gösteriyor. Kanako sağa sola bakıp ‘Ha’ diyebiliyor sadece.

Kızları Kubo’nun öldürdüğü anlaşılsa da kısa süre içinde Kubo’nun da uzuvları bir yerlerde bulunuyor. Meğer zaten psikolojik olarak sağlıklı olmayan Kubo kendisine aynı şekilde kutunun içinde bir kız istiyor. O nedenle babasının tarikatına üye ailelerin kızlarından öldürüp aynısını yapmaya çalışıyor. Bakıyor ki olmuyor, bir türlü başaramıyor, Mimasaka’nın yanına gidip ben yapamadım sen beni bu hale getir diyor. Mimasaka da uzuvlarını kesip beynini koyuyor bir kutunun içine. Sonradan Kubo’nun sesini duyuyoruz ‘Hayır, benim istediğim bu değil!’ diye.

Sivilce konusuna gelecek olursak Kanako’yu raylara iten aslında Yoriko. Ağladığı ve son olarak da boynunda sivilce gördüğü Kanako, zihnindeki kusursuz Kanako imajını alt üst ettiği için öyle itiveriyor kızı raylara.

Kubo’nun da eldiven takmasının nedeniyle ilgili sonradan ortaya çıkan bir şeyler var. Gerçekten burada kısa bir yazıyla anlatılamayacak kadar çok karmaşık bir olay örgüsü söz konusu. O nedenle en iyisi oturup izleyin. 🙂