Etiket arşivi: Sabahattin Ali

İçimizdeki Şeytan

İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

İçimizdeki Şeytan Sabahattin Ali’nin 2. romanı. 1940’ta yayınlanıyor. Tabii ki KYK’dan çıkan Sabahattin Ali Bütün Eserleri – Eleştirel Basım baskısından okudum. İçimizdeki Şeytan bu baskıda 263 sayfadan oluşuyor.

İçimizdeki Şeytan bol bol kişisel düşüncelere yer veriyor. Macide Balıkesir’de eskiden zengin; ama artık eski zenginliği kalmamış, yine de gururlarına toz kondurmamak için öyleymiş gibi yaşanan bir evin kızı. Ezkaza müzik yeteneği keşfedilmiş, ezkaza okula devam edilmesine izin verilmiş bir Anadolu kızı. Yine ezkaza İstanbul’a eğitime gönderiliyor. Ailesinden aylık olarak gelen paranın karşılığında aynı kendi evleri gibi eskiden zengin olup artık paraların suyunu çektiği; ama bunun kimseye belli edilmediği, ev halkının bile öyleymiş gibi davranmadığı bir akrabalarında kalıyor. Macide’nin özelliği “Her şey benim dışımda, tesadüfen oluyor.” düşüncesiyle umursamadan öylece hayatına devam etmesi, etrafındaki her şeyin farkında olup iki yüzlü insanlardan nefret etmesine rağmen öylece devam etmesi.

Ömer de yine aynı yerden, İstanbul’da bir yandan üniversitede okuyup diğer yandan postanede çalışan (gerçekte ne okula ne de postaneye uğradığı yok), kendi içinde düşünceleriyle bir dev olmakla birlikte iş harekete geçmeye gelince hiçbir şey yapmayan, sürekli ertelemeyi tercih eden biri. Çok mantıklı düşüncelerinin yanında zayıflığı nedeniyle yaptığı kötü şeyler için de içindeki şeytanı suçlayan biri.

Bir gün vapurda Ömer ve Macide’nin yolları birleşiyor. Ömer ilk görüşte aşık oluyor Macide’ye. Uzaktan akraba olduklarını da öğrenip teyzesinin evine sürekli Macide’yi görmeye gidiyor. Aşkını itiraf edip karşılık görüyor. Bu arada Macide’nin babası öldüğü için daha fazla para gelmeyince Macide’nin kaldığı akrabaları huysuzlanmaya başlıyor. Sürekli Ömer’le buluşup gece geç vakitlerde gelmesinin verdiği rahatsızlıkla da bir gece Macide’yi bekleyip artık para gelmediğini, annesinin aylardır tek kelime cevap vermediğini, Macide’nin artık karar vermesi gerektiğini, sürekli ona bakamayacaklarını ağızlarını açıp gözlerini kapayarak söylüyorlar. Macide gurur yapıp üç beş eşyasını toplayarak gece evden çıkıyor ve karşısında az önce ayrıldığı Ömer’i görüyor. Ne yapacağına dair hiçbir fikri yokken Ömer onu evine, daha doğrusu kaldığı odaya götürüyor. Evleniriz diyorlar. Hızlı bir birliktelik ve bir anda resmi olmasa da evlilik ikisinin de hayatını oldukça değiştiriyor.

Para sıkıntıları çok kısa bir süre içinde etkisini göstermeye başlıyor. Bu nedenle Ömer çok tatsız şeyler yapıyor. Sürekli arkadaşlarından borç alıyor. Arkadaşları da ünlü gazeteci, şair, yazar geçinip pisliğe bulanmış  insanlar. Dünya’da iyi kalpli insanlar hala var düşüncesinin tek kaynağı olarak Ömer’i gören postanedeki yaşlı bir görevliyi kasadan para çalması için tehdit bile ediyor. Sonra iyi yanı bu parayı kullanamayacağına karar verip kendisinden para isteyen ve gizli işler çeviren bir arkadaşına veriyor. Zaten başını yakmasına neden de bu oluyor.

Birlikte yaşadıkları bu dönemde Cahide Ömer’in aslında ne kadar zayıf, kendisine ne kadar muhtaç olduğunu görüyor. Ona yardım etmesi, onun yanında olması gerektiğini, yoksa Ömer’in hiçbir şey yapamayacağını görüyor. Arkadaşım dediği insanların ne kadar sefil yaratıklar olduklarını görüyor.

Macide’nin eski hocası, aynı zamanda Ömer’in arkadaşı çıkan Bedri de Macide’ye eskiden beri gizli bir aşk duymakla birlikte ikisinin mutluluğu için elinden geleni yapıyor. Sürekli para yardımı yapıyor. Her ne kadar bu yardımlar Bedri’nin ailesini rahatsız etse ve hatta Bedri’nin ablası gelip Macide’ye kızsa da… Macide’yi Ömer’in arkadaşları konusunda uyarıyor. Hep sessiz sedasız olan Bedri’nin bu meşhur arkadaşlarla ilgili şu sözleri dikkat çekici:

“Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkansızlıkla baka baka nihayet kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler… Şimdi öyle bir nazariye yapıyorlar ki, anası aciz ve mahrumiyet… Bu gibi fikirleri doğuranlar, daima, ezilmeye, yok olmaya mahkum olduklarını hisseden zümrelerdir. Bağırırlar, çağırırlar, ellerine fırsat geçerse suni olarak sahip oldukları bu iktidarı en vahşi bir şekilde kullanmaya kalkarlar; fakat nihayet hayatın ebedi kanunlarının pençesi altında çiğnenir ve mahvolurlar…” (KYK, Sabahattin Ali, Bütün Eserleri – Eleştirel Basım kitabının içinde yer alan İçimizdeki Şeytan – s. 465-466’dan alıntılanmıştır.)

Bedri daha başka bir sürü tespitte bulunuyor. Dikkatle okuyunca tanıdık geldiğini göreceksiniz. Yılları gösteren rakamların öneminin olmadığını, bazı davranışlardan ders alınmadığını ve insanların kendilerinden önce gelenler gibi davrandıklarını göreceksiniz.

Romana dönecek olursak; Ömer verdiği para nedeniyle tutuklanıyor. Macide Bedri’den bu haberi almadan öncesinde evi terkedip intihar etme düşüncesiyle Ömer’e bir mektup yazıyor. Olayların bu şekilde gelişmesi ayrılma kararını ertelemesine neden oluyor. Bedri ile Ömer’i ziyarete giden Macide haklılığını onaylıyor; çünkü Ömer soğuk davranıyor Macide’ye. Son görüşme gününde Bedri’yle buluşmak için gittiği kafede Ömer’in meşhur arkadaşlarını görüyor Macide. Bedri’yi sormak için gayrı ihtiyari yöneldiği sırada hepsi görmezden geliyor, Macide’ye Ömer’in yanında sarkıntılık etmeye çalışan insanlar şu an kocası yargılandığı için görmezden geliyor onu. Macide bir kez onaylıyor düşüncesini. Bu olaylar olmadan önce yazdığı mektubu vermeye karar veriyor bugün Ömer’e; ama Ömer Macide’yi görmek istemiyor. Bedri’yle konuşuyor sadece. “Çıkıyorum bugün; burada çok düşündüm. Zayıf olan bendim, içimde şeytan falan yok. Belki uzun sürede değişirim; ama bunun için yalnız olmam lazım. Macide’yi görürsem yapamam, onun yanında olmak isterim, ona sarılmak isterim, bu şekilde de hiçbir zaman değişmem. Macide’yi sana emanet ediyorum. Onu en az benim kadar seversin, ister kardeş olarak ister eş olarak al yanına. Gidecek yeri de kimsesi de yok. Belki başta istemez; ama alışır zamanla, ne de olsa kötü bir erkeğe rastladı. Ben bugün tahliye oluyorum, ama yolumuz ayrı.” diyor. Kapıda vedalaşıp ayrılıyorlar. Ömer bir yöne, Bedri başka bir yöne…

Bedri Macide’yle buluşup kısaca Ömer’in anlattıklarından bahsediyor çekine çekine. Macide onaylıyor. Macide’nin eşyalarını almak için eve doğru giderlerken bir his, geri bakmasını söyleyen bir his kaplıyor Macide’nin içini. Dayanamayıp dönüyor ve Ömer’i görüyor. Bedri’nin Ömer’in kolunu tuttutuğu yerden tuttuğu kolunu bırakıp bakıyor. Ömer hemen başını önüne eğip devam ediyor yürümeye. Macide’nin elini bir kez tutarsa bırakamayacağını düşünüyor çünkü. Sonra kayboluyor. Bedri Macide’ye “Hep onu seveceksin, unutamayacaksın.” derken Macide öyle olmadığını söyleyerek Ömer’e vermek için cebine koyduğu mektubu gösteriyor Bedri’ye. Her şeye rağmen… “Ben unuturum. Ablana da bakarım, daha genç, yaşar uzun süre.” diyor ve hikayemiz burada noktalanıyor.

Başlarda sanırım çok hoşuma gitmedi, elime alamıyordum bir türlü kitabı; ama son gelişmeler akşam bitirene kadar elimden bırakmamı engelledi. Yine bir Anadolu şehrinde başlayan hikaye, nesiller arası ticaret anlayışındaki fark ile el değiştiren servet, alışınca kaçılamayan lüks ve ilginç gurur, dışı ve içi çok farklı olabilen insanlar, iç düşünceler, zayıflıklar, mecbur olunanlar, para için yapılanlar…

kuyucaklı yusuf

Kuyucaklı Yusuf – Sabahattin Ali

Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali’nin üç romanından ilki. Tan gazetesinde yayınlanmaya başlanmasına rağmen bu yayın kesintiye uğruyor ve Kuyucaklı Yusuf ancak 1937’de kitap olarak karşımıza çıkıyor. Ben KYK’dan çıkan Sabahattin Ali Bütün Eserleri – Eleştirel Basım baskısından okudum.

Eleştirel bölümde kitaplar, Sabahattin Ali’nin kişisel eşyaları arasından çıkan müsveddeler ve gazete tefrikaları arasındaki farklar yer alıyor. Kuyucaklı Yusuf bu farklılıkların gösterildiği kısım hariç bu kalın baskının 223 sayfasını kaplıyor.

Hikayeye gelecek olursak; Yusuf kuyucak köyünden, küçücük yaşında ailesinin hiç yoktan evlerinin ortasında katledilmesine tanıklık etmiş bir köylü çocuğu. Saldırganlarla kavgaya bile tutuşuyor, bu sırada sağ elinin baş parmağı kopuyor ama adamların korkup kaçmasını sağlıyor anlattığına göre. Salahattin Bey o dönem ilçe kaymakamı, bu çocuğa çok acıyor ve evine alıyor.

Salahattin Bey gençliğini dolu dolu yaşamış, orta yaşlara gelince ise bir anda artık hayatını biriyle paylaşması gerektiği düşüncesine kapılıp kendinden oldukça küçük bir kızla evleniyor. Şahinde ile başlarda bir şeyler paylaşmaya çalışsa da bunun imkansız olduğunu anladıkça hayat enerjisi, bir şeylere olan inancı ve evde vakit geçirme isteğini tamamen kaybediyor. Tek bir bağı kalıyor geriye; kızı Muazzez. Masum, güzel bir kız… Şahinde zaten her şeyden şikayet ederken tabii ki Yusuf’tan da şikayet edip kıyameti koparsa da Salahattin Bey’in alttan alışı, Yusuf’un Salahattin Bey’e olan saygısından Şahinde’ye sesini çıkarmaması, Yusuf’un Muazzez’e bakıcılık etmesi bir süre sonra Şahinde’nin de susmasını sağlıyor.

Kaymakamın Edremit’e tayini çıkıyor. Zorunlu olarak ilk okulu okuyup başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen Yusuf herkesten uzak, her şeye ilgisiz, sadece ve sadece Muazzez’le ilgili, ona kıyamayan bir hayat sürdürmeye başlıyor. Kaymakam ne kadar uğraşsa da Yusuf’u ilme heveslendiremeyince sonunda o da salıyor ipin ucunu. Yusuf bol bol aylaklık ederek, kaymakamın aldığı küçük tarla ve zeytinliğin işlerine göz kulak olarak günlerini geçirip büyüyor.

Bu sürede Muazzez güzel bir güzel bir kız olarak 15 yaşına geliyor ve o dönemde doğal olarak genç erkeklerin ilgisini çekmeye başlıyor. Fabrikatör Hilmi Bey ve oğlu Şakir sapık eğlenceleri ve zenginlikleriyle meşhur ilçede. Olaylar gelişiyor ve Şakir gözünü Muazzez’e dikiyor. Kaymakam’ın hayır demesini engellemek için bütün aile dolaplar çevirmeye başlıyor. Anne Şahinde’yle ahbaplığı ilerletip Muazzez’e, Şahinde’ye sürekli hediyeler vererek gözlerini boyamaya çalışıyor. Baba oğul kaymakamı kumar borcuna sokuyor. Sonunda da kızı istediklerini söylüyorlar. Şahinde dünden razı, kaymakam önce kabul etmese de borcun etkisiyle sonradan kabul etmeye meylediyor.

Bu sırada Yusuf tarlaya çalışmaya gelen bir kadın ve kızıyla ilgilenmeye başlıyor. Kendisi de köylü olduğu için bu insanlara daha yakın hissediyor kendini sanırım. Yardım olsun diye erzak alıp evlerine gitmişken işin içinde bir şeyler olduğunu, bu ana kızın daha önce Hilmi Bey’in yanında çalıştığını öğreniyor. Anne başlarına gelenleri anlatırken Şakir’in yakın arkadaşı Hacı Ethem kapıda görünüyor, kadını sıkıştırırken Yusuf Şakir’in boğazına sarılıyor ve arada derede bıçaklanıyor.

Muazzez ve Şakir işi ciddiye binip kaymakam da artık pes ederken Yusuf ana kızın hikayesini anlatmasını istiyor kendine ve babasına. Tahmin edildiği üzere Şakir Kübra’ya sarkıntılık ediyor, tuzaklar kurup sonunda da emeline fazlasıyla ulaşıyor. Tehdit edip Yusuf’a tuzak kurmak amacıyla yardım etmelerini istiyor. Mecbur kalıp başta kabul etmiş gibi olsalar da kız isyan edince Yusuf’a hikayeyi anlatmaya başlıyorlar ve olayların ondan sonraki kısmını zaten biliyoruz.

Bunları duyunca kaymakam ve Yusuf karşı çıkıyor; ama ne Şahinde’ye ne de Muazzez’e bir şey söylemiyorlar. Muazzez ve Yusuf bu konuda atışırken Muazzez de isyan bayrağını çekiyor. Sessiz sedasız Yusuf’a aşkını ilan ediyor, karşılıklı olduğunu öğreniyor. Sevinçten uçmaları gerekirken Yusuf tutturuyor olmaz bu iş diyerek kendini geri çekmeye. Ayrıca kaymakamın kumar borcu için bakkal arkadaşı Ali’den borç alıyor. Karşılığında da Ali’nin Muazzez’le evlenmesine izin vererek. Ortalıkta net bir şey söylenmese de herkes kendi çapında düğün hazırlıklarına başlıyor, Ali çok heyecanlı. Tam bu sıralarda başka bir arkadaşlarının düğününde alkolün de etkisiyle Şakir silahını çekip Ali’yi vuruyor. Kimse ne şahitlik yapmak istiyor ne de olaya başka şekilde dahil olmak. Zar zor şahit yazılanlara Hacı Ethem para verip yalancı şahitliğe ikna ediyor. Jandarma komutanına da daha yüklü bir rüşvetle silahı değiştiriyor. Herkes aynı yolun yolcusu esasen. Kimse Şakir’in beraat etmesine şaşmıyor.

Bütün bunlara rağmen Muazzez’den kaçmaya devam ediyor, karşılıklı aşklarına rağmen aynı evin içinde dahi duramayan iki genç. Yusuf’u güçlükle yakalayan Muazzez böyle devam ederse başkalarına gideceğini ima ediyor. Yusuf sinirlenip evden çıkıyor yine; ama aklına takılıyor sürekli bu laf. Geri dönüyor, öğreniyor ki Muazzez Şahinde ile Hilmi Bey’in bağ evine gitmiş. Çarşıya gidip atlı araba kiralıyor. Bahçedeki Muazzez’i olduğu gibi kapıp kaçıyorlar.

Arkadaşı bir süre sonra Şahinde’ye haber veriyor. Edremit’te herkes onları kardeş sandığı için kimsenin aklına kötü bir şey gelmiyor. Şahinde de kalbi iyice kötüleşen kaymakama bir şey olduğunu sanıyor. Apar topar eve dönüyor ki kimse yok. Jandarmaya başvuruyorlar aransınlar diye. Çevre köylere aramaya giden jandarmaların hepsi işleri ne kadar ağırdan alabiliriz acaba yarışında oldukları için sonuç almaları pek mümkün olmuyor. Birkaç gün sonra bir adam Yusuf’un kiraladığı atlı arabayı getiriyor. Kaymakama götürüyorlar hemen. Adam diyor; “Bir şeyleri yok evleniyorlar, buraya dönmeye niyetleri yok, haber vermek için beni gönderdiler.” Kaymakam adama dil döküp birlikte dönmeye ikna ediyor. Gidip Yusuf’la konuşuyor: “Evin halini biliyorsun oğlum, siz de olmazsanız ben nasıl yaşarım?” diyerek dönmeye ikna ediyor.

Bir süre sonra her şey unutuldu sanılarak hayata devam ediliyor. Kaymakam Yusuf’a kaymakamlıkta katiplik işi ayarlıyor. Memur oluyor Yusuf, Muazzez çok mutlu. Kader de ağlarını örmeye devam ediyor. Kaymakam kalp krizi geçirip ölüyor. Yeni kaymakam genç biri, Hilmi Bey’le hemen ahbap oluyor ve takıyor kafayı Yusuf’a. Yusuf’a vergi tahsildarlığı görevi verip sürekli komşu köylere gitmesini sağlıyorlar. Yusuf günlerce haftalarca eve dönmüyor, ekonomik durumları giderek daha da kötüye gidiyor, Şahinde isyan edip eğlencelere gidiyor. Sonunda kızını da ikna edip onu da götürmeye başlıyor, hediyelere yapıyor yine.

Bir süre sonra eğlenceler Şahindelerin evinde yapılmaya başlanıyor. Muazzez’i alkole alıştırıyorlar. Hilmi Bey, Şakir, kaymakam ve jandarma komutanı baş misafirler. Bir gün Yusuf eve erken dönüyor ve bir haller olduğunu anlıyor; ama korkuyor düşünmekten bile. Şahinde’yle konuşuyor, yalvarıyor ona karısını olduğu gibi bırakması için. Yine göreve gidiyor, ama ulaşabildiği ilk köyde hasta olup yatağa düşüyor. Kalkabildiği ilk an geri dönüp evdeki içki alemini görüyor. Silahını çıkartıyor, düşüp sönen lambanın bıraktığı karanlığın içinde sessizliği silah sesleriyle bozuyor. Çıt çıkmayan odaya sesleniyor sonra:

“Muazzez!”

“Yusuf!”

“Gel Muazzez”

“Geldim Yusuf”

Muazzez’i kaptığı gibi atına atlıyor ve yine kaçıyorlar. Bir süre sonra Muazzez’in vurulduğu anlaşılıyor. Karanlık, soğuk bir gecede sığındıkları ağacın altında sabaha çıkamıyor Muazzez. Boynunda vurulduğunu görüyor Yusuf. Donmuş toprağı kazarak karısını gömüyor, bu bir türlü kendini ait hissedemediği topraklardan, hayattan uzaklaşmak istercesine, devam etmesi gerektiği düşüncesiyle yola devam ediyor.

Kitap böyle bitiyor. Düşüncelerime gelecek olursak; kadınların çoğunun ancak eğlence ve zengin koca peşinde olduğu, memurların o zaman da işlerini yapmadığı, paranın her kapıyı açtığı, rüşvetin kol gezdiği, halkın devlete ne inandığı ne de dahil olmak istediği, insanların daha o zamanlardan “Aman şahit yazarlar” düşüncesine sahip olduğunu görmek oldukça üzücü. Diğer taraftan da düşünmekten kendini alamıyor insan. Acaba yerleşik hayata geçerek mi bu hale geldik? Göçebe halde yaşarken insanlar böyle davranabiliyor muydu? Hani yiğitlik, dürüstlük, çalışmak değil miydi asıl fazilet? Türk milleti hep mi böyleydi? Eğer cevap hayırsa, hangi noktada bu hale geldik?