kuyucaklı yusuf

Kuyucaklı Yusuf – Sabahattin Ali

Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali’nin üç romanından ilki. Tan gazetesinde yayınlanmaya başlanmasına rağmen bu yayın kesintiye uğruyor ve Kuyucaklı Yusuf ancak 1937’de kitap olarak karşımıza çıkıyor. Ben KYK’dan çıkan Sabahattin Ali Bütün Eserleri – Eleştirel Basım baskısından okudum.

Eleştirel bölümde kitaplar, Sabahattin Ali’nin kişisel eşyaları arasından çıkan müsveddeler ve gazete tefrikaları arasındaki farklar yer alıyor. Kuyucaklı Yusuf bu farklılıkların gösterildiği kısım hariç bu kalın baskının 223 sayfasını kaplıyor.

Hikayeye gelecek olursak; Yusuf kuyucak köyünden, küçücük yaşında ailesinin hiç yoktan evlerinin ortasında katledilmesine tanıklık etmiş bir köylü çocuğu. Saldırganlarla kavgaya bile tutuşuyor, bu sırada sağ elinin baş parmağı kopuyor ama adamların korkup kaçmasını sağlıyor anlattığına göre. Salahattin Bey o dönem ilçe kaymakamı, bu çocuğa çok acıyor ve evine alıyor.

Salahattin Bey gençliğini dolu dolu yaşamış, orta yaşlara gelince ise bir anda artık hayatını biriyle paylaşması gerektiği düşüncesine kapılıp kendinden oldukça küçük bir kızla evleniyor. Şahinde ile başlarda bir şeyler paylaşmaya çalışsa da bunun imkansız olduğunu anladıkça hayat enerjisi, bir şeylere olan inancı ve evde vakit geçirme isteğini tamamen kaybediyor. Tek bir bağı kalıyor geriye; kızı Muazzez. Masum, güzel bir kız… Şahinde zaten her şeyden şikayet ederken tabii ki Yusuf’tan da şikayet edip kıyameti koparsa da Salahattin Bey’in alttan alışı, Yusuf’un Salahattin Bey’e olan saygısından Şahinde’ye sesini çıkarmaması, Yusuf’un Muazzez’e bakıcılık etmesi bir süre sonra Şahinde’nin de susmasını sağlıyor.

Kaymakamın Edremit’e tayini çıkıyor. Zorunlu olarak ilk okulu okuyup başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen Yusuf herkesten uzak, her şeye ilgisiz, sadece ve sadece Muazzez’le ilgili, ona kıyamayan bir hayat sürdürmeye başlıyor. Kaymakam ne kadar uğraşsa da Yusuf’u ilme heveslendiremeyince sonunda o da salıyor ipin ucunu. Yusuf bol bol aylaklık ederek, kaymakamın aldığı küçük tarla ve zeytinliğin işlerine göz kulak olarak günlerini geçirip büyüyor.

Bu sürede Muazzez güzel bir güzel bir kız olarak 15 yaşına geliyor ve o dönemde doğal olarak genç erkeklerin ilgisini çekmeye başlıyor. Fabrikatör Hilmi Bey ve oğlu Şakir sapık eğlenceleri ve zenginlikleriyle meşhur ilçede. Olaylar gelişiyor ve Şakir gözünü Muazzez’e dikiyor. Kaymakam’ın hayır demesini engellemek için bütün aile dolaplar çevirmeye başlıyor. Anne Şahinde’yle ahbaplığı ilerletip Muazzez’e, Şahinde’ye sürekli hediyeler vererek gözlerini boyamaya çalışıyor. Baba oğul kaymakamı kumar borcuna sokuyor. Sonunda da kızı istediklerini söylüyorlar. Şahinde dünden razı, kaymakam önce kabul etmese de borcun etkisiyle sonradan kabul etmeye meylediyor.

Bu sırada Yusuf tarlaya çalışmaya gelen bir kadın ve kızıyla ilgilenmeye başlıyor. Kendisi de köylü olduğu için bu insanlara daha yakın hissediyor kendini sanırım. Yardım olsun diye erzak alıp evlerine gitmişken işin içinde bir şeyler olduğunu, bu ana kızın daha önce Hilmi Bey’in yanında çalıştığını öğreniyor. Anne başlarına gelenleri anlatırken Şakir’in yakın arkadaşı Hacı Ethem kapıda görünüyor, kadını sıkıştırırken Yusuf Şakir’in boğazına sarılıyor ve arada derede bıçaklanıyor.

Muazzez ve Şakir işi ciddiye binip kaymakam da artık pes ederken Yusuf ana kızın hikayesini anlatmasını istiyor kendine ve babasına. Tahmin edildiği üzere Şakir Kübra’ya sarkıntılık ediyor, tuzaklar kurup sonunda da emeline fazlasıyla ulaşıyor. Tehdit edip Yusuf’a tuzak kurmak amacıyla yardım etmelerini istiyor. Mecbur kalıp başta kabul etmiş gibi olsalar da kız isyan edince Yusuf’a hikayeyi anlatmaya başlıyorlar ve olayların ondan sonraki kısmını zaten biliyoruz.

Bunları duyunca kaymakam ve Yusuf karşı çıkıyor; ama ne Şahinde’ye ne de Muazzez’e bir şey söylemiyorlar. Muazzez ve Yusuf bu konuda atışırken Muazzez de isyan bayrağını çekiyor. Sessiz sedasız Yusuf’a aşkını ilan ediyor, karşılıklı olduğunu öğreniyor. Sevinçten uçmaları gerekirken Yusuf tutturuyor olmaz bu iş diyerek kendini geri çekmeye. Ayrıca kaymakamın kumar borcu için bakkal arkadaşı Ali’den borç alıyor. Karşılığında da Ali’nin Muazzez’le evlenmesine izin vererek. Ortalıkta net bir şey söylenmese de herkes kendi çapında düğün hazırlıklarına başlıyor, Ali çok heyecanlı. Tam bu sıralarda başka bir arkadaşlarının düğününde alkolün de etkisiyle Şakir silahını çekip Ali’yi vuruyor. Kimse ne şahitlik yapmak istiyor ne de olaya başka şekilde dahil olmak. Zar zor şahit yazılanlara Hacı Ethem para verip yalancı şahitliğe ikna ediyor. Jandarma komutanına da daha yüklü bir rüşvetle silahı değiştiriyor. Herkes aynı yolun yolcusu esasen. Kimse Şakir’in beraat etmesine şaşmıyor.

Bütün bunlara rağmen Muazzez’den kaçmaya devam ediyor, karşılıklı aşklarına rağmen aynı evin içinde dahi duramayan iki genç. Yusuf’u güçlükle yakalayan Muazzez böyle devam ederse başkalarına gideceğini ima ediyor. Yusuf sinirlenip evden çıkıyor yine; ama aklına takılıyor sürekli bu laf. Geri dönüyor, öğreniyor ki Muazzez Şahinde ile Hilmi Bey’in bağ evine gitmiş. Çarşıya gidip atlı araba kiralıyor. Bahçedeki Muazzez’i olduğu gibi kapıp kaçıyorlar.

Arkadaşı bir süre sonra Şahinde’ye haber veriyor. Edremit’te herkes onları kardeş sandığı için kimsenin aklına kötü bir şey gelmiyor. Şahinde de kalbi iyice kötüleşen kaymakama bir şey olduğunu sanıyor. Apar topar eve dönüyor ki kimse yok. Jandarmaya başvuruyorlar aransınlar diye. Çevre köylere aramaya giden jandarmaların hepsi işleri ne kadar ağırdan alabiliriz acaba yarışında oldukları için sonuç almaları pek mümkün olmuyor. Birkaç gün sonra bir adam Yusuf’un kiraladığı atlı arabayı getiriyor. Kaymakama götürüyorlar hemen. Adam diyor; “Bir şeyleri yok evleniyorlar, buraya dönmeye niyetleri yok, haber vermek için beni gönderdiler.” Kaymakam adama dil döküp birlikte dönmeye ikna ediyor. Gidip Yusuf’la konuşuyor: “Evin halini biliyorsun oğlum, siz de olmazsanız ben nasıl yaşarım?” diyerek dönmeye ikna ediyor.

Bir süre sonra her şey unutuldu sanılarak hayata devam ediliyor. Kaymakam Yusuf’a kaymakamlıkta katiplik işi ayarlıyor. Memur oluyor Yusuf, Muazzez çok mutlu. Kader de ağlarını örmeye devam ediyor. Kaymakam kalp krizi geçirip ölüyor. Yeni kaymakam genç biri, Hilmi Bey’le hemen ahbap oluyor ve takıyor kafayı Yusuf’a. Yusuf’a vergi tahsildarlığı görevi verip sürekli komşu köylere gitmesini sağlıyorlar. Yusuf günlerce haftalarca eve dönmüyor, ekonomik durumları giderek daha da kötüye gidiyor, Şahinde isyan edip eğlencelere gidiyor. Sonunda kızını da ikna edip onu da götürmeye başlıyor, hediyelere yapıyor yine.

Bir süre sonra eğlenceler Şahindelerin evinde yapılmaya başlanıyor. Muazzez’i alkole alıştırıyorlar. Hilmi Bey, Şakir, kaymakam ve jandarma komutanı baş misafirler. Bir gün Yusuf eve erken dönüyor ve bir haller olduğunu anlıyor; ama korkuyor düşünmekten bile. Şahinde’yle konuşuyor, yalvarıyor ona karısını olduğu gibi bırakması için. Yine göreve gidiyor, ama ulaşabildiği ilk köyde hasta olup yatağa düşüyor. Kalkabildiği ilk an geri dönüp evdeki içki alemini görüyor. Silahını çıkartıyor, düşüp sönen lambanın bıraktığı karanlığın içinde sessizliği silah sesleriyle bozuyor. Çıt çıkmayan odaya sesleniyor sonra:

“Muazzez!”

“Yusuf!”

“Gel Muazzez”

“Geldim Yusuf”

Muazzez’i kaptığı gibi atına atlıyor ve yine kaçıyorlar. Bir süre sonra Muazzez’in vurulduğu anlaşılıyor. Karanlık, soğuk bir gecede sığındıkları ağacın altında sabaha çıkamıyor Muazzez. Boynunda vurulduğunu görüyor Yusuf. Donmuş toprağı kazarak karısını gömüyor, bu bir türlü kendini ait hissedemediği topraklardan, hayattan uzaklaşmak istercesine, devam etmesi gerektiği düşüncesiyle yola devam ediyor.

Kitap böyle bitiyor. Düşüncelerime gelecek olursak; kadınların çoğunun ancak eğlence ve zengin koca peşinde olduğu, memurların o zaman da işlerini yapmadığı, paranın her kapıyı açtığı, rüşvetin kol gezdiği, halkın devlete ne inandığı ne de dahil olmak istediği, insanların daha o zamanlardan “Aman şahit yazarlar” düşüncesine sahip olduğunu görmek oldukça üzücü. Diğer taraftan da düşünmekten kendini alamıyor insan. Acaba yerleşik hayata geçerek mi bu hale geldik? Göçebe halde yaşarken insanlar böyle davranabiliyor muydu? Hani yiğitlik, dürüstlük, çalışmak değil miydi asıl fazilet? Türk milleti hep mi böyleydi? Eğer cevap hayırsa, hangi noktada bu hale geldik?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir