Başlarım Şimdi Anneliğe

Başlarım Şimdi Anneliğe – Şermin Çarkacı

Başlarım Şimdi Anneliğe, güncel haliyle Şermin Yaşar’ın ilk kitabı. Kadınların bu soyad meselesi de baya zorluk çıkarabiliyor sanki değil mi? Konumuza dönecek olursak, Şermin Hanım bu kitabı kendi zorlu sürecinde istediği “geçer” diyecek bir el olarak algılamamızı istiyor. Başlarım Şimdi Anneliğe, anneliğe ve bebek bakımına güzel bir başlangıç için rehber kitap imiş. Elma Yayınları’ndan çıkan Başlarım Şimdi Anneliğe 160 sayfa, büyük puntolu, çocuk emzirirken dahi rahatça okunabilecek bir kitap.

İçerik olarak ise ilg başlarda karşılaşılan durumlar için genel geçer görüşler veya seçenekler ile yazarın ne yaptığını anlattığını bölümlerden oluşuyor. Şermin Hanım kitapta geniş dil ve kültürel miras bilgisini de döktürmüş.

Başlarım Şimdi Anneliğe gerçekten de şöyle aynı yollardan geçmiş bir annenin kendi deneyimini okuduğunuz, hatta üslubu nedeniyle sanki sohbet etmiş gibi olduğunuz, aralarda güldüğünüz, eğlenceli bir kitap. Moral oluyor mu? Oluyor. Bazıları kitapta yazılanlara çok kızar mı? Kızar. Olsun yine de eğlenceli. 😀

Bilinçli Bebek

Bilinçli Bebek – Aletha J. Solter

Bilinçli Bebek bence öncelikle isim olarak dikkat çekiyor. Bir bebek gerçekten ne kadar bilinçli olabilir? Aletha J. Solter’in bu kitabı doğal ebeveynlik yaklaşımını temel alıyor. Doğan Kitap’tan Ayşegül Cebenoyan’ın çevirisiyle çıkan Bilinçli Bebek 298 sayfadan oluşuyor.

Doğal ebeveynlik böyle kurallara, aman şöyle veya böyle yapmalıyım kalıplarına aldırmadan biraz içinizden geldiği gibi davranmanızı savunan bir yaklaşım. Aletha Solter’in bana ilginç gelen teorisi bebeklerin de tıpkı bizler gibi stres atmak için ağlamaya ihtiyaç duydukları. Solter’e göre çok hassas olan bebekler bazen sadece bu streslerini atmak için ağlama ihtiyacı duyarlar. Bu gibi durumlarda bebeği susturmaya çalışmak ya da dikkatini dağıtmak gibi yollara başvurmadan bütün dikkatinizi bebeğinize vererek onu kucaklayıp yanında olduğunuzu göstermek diyor Solter. Böylece bebeğiniz stresini atıp kötü deneyimlerin izlerinden de kurtulacak ve sonrasında çok daha rahat ve neşeli bir hale gelecek.

Bilinçli Bebek daha ziyade çeşitli durum ve sorunlarda çocuğunuza nasıl yaklaşmanız gerektiğiyle ilgili. Kendi yaklaşımlarımızın da altında çocukluğumuzda yaşadığımız ve ağlayıp aşamadığımız sorunlarımız tarafından belirlendiğini söylüyor aynı zamanda. Bu nedenle her bir bölümün sonunda kendi çocukluğumuza yolculuk yapmamız, bebeğimize karşı duygularımızı ifade etmemiz ve kişisel gelişim için dikkate alıp uygulamamız gereken şeylerin olduğu bir alıştırmalar bölümü bulunuyor.

Yenidoğan ihtiyaçlarından ağlamaya, beslenmeden uykuya, oyundan ceza ve ödül konusuna, tuvalet eğitiminden sınır koymaya gerçekten her konuda nasıl davranmanız gerektiğiyle ilgili bilgiler veriyor. Hali hazırda treni kaçırıp yanlış bir davranış kalıbı geliştirdiyseniz neler yapmanız gerektiği ve zor durumlarda kendi sabrınızı korumak için neler yapmanız gerektiğiyle ilgili fikirler de sunuyor.

Yardımcı fikirlerin esası ise gerektiğinde yardım istemekten ya da almaktan çekinmemeniz gerektiği; çünkü bebek bakımı 24 saatlik bir iş ve tek kişinin bunu hakkıyla yapması mümkün değil. Her şeyin annelere yüklenmemesi gerek.

Özellikle şu ağlayarak stres atıp kendini iyileştirme düşüncesi oldukça garip geldi bana. Bir bebeğin sadece stres atmak için ağlamak istediğini anlayabilmenin zorluğunun yanında ağlayan bir bebeği öylece kucağınızda tutup sakince onu dinlemek de inanılmaz zor. O an bebeğimin susması için her şeyi verebileceğimi düşündüğüm anları düşünüyorum da.

Orta yolu bulmak üzerine kurulu, her daim sakin kalmanızın gerektiği bir yaklaşım her ne kadar zor olsa da vaat ettikleri oldukça cazip. Esasen o kadar da düşünmediğim bir bakış açısı kazanmamı sağladı diyebilir. Kesinlikle tavsiye ederim, hatta muhtemelen ara ara geri dönüp tekrar tekrar elime alacağım bir kitap olacak Bilinçli Bebek.

Yeni Annelere Mucize Çözümler

Yeni Annelere Mucize Çözümler – Tracy Hogg ve Melinda Blau

Yeni Annelere Mucize Çözümler kapağında da karşımıza çıktığı gibi Newyork Times’ın en çok satanlar listesinden bir kitap. Tracy Hogg bu bebek bakımı konularında ün yapmış insanlardan bir tanesi. Hatta kendisine bebeklere fısıldayan kadın diyorlarmış. Kendisi bunu bebekleri gözlemlemeyi öğrenmesine bağlıyor. Gün Yayıncılık’tan çıkan kitap 416 sayfa. Çevirisini Aslı Kalem Bakkal yapmış.

Yeni Annelere Mucize Çözümler’in sunduğu en iyi çözüm anneyi psikolojik olarak rahatlatması bence. Tracy Hogg’un her şeye öylesine ılımlı ve anlayışlı bir yaklaşımı var ki, seçiminiz ne olursa olsun bundan suçluluk duymak zorunda olmadığınızı düşünmenizi sağlıyor. “Tabii ki şöyle yaparsanız daha iyi olabilir; ama çeşitli nedenlerle böyle yapmayı tercih etmiş olabilirsiniz, önemli olan annenin psikolojisinin iyi olması. Zorunlu olarak istemediği bir şeyi tercih eden annenin bebeğine iyi davranması mümkün olmaz.” tarzı bir yaklaşıma sahip olması kendi psikolojik sağlınızın her şeyinden önünde olabileceğini, kesinlikle ama kesinlikle gözardı etmemeniz gerektiğini öne çıkarıyor.

Hemen hemen her konuda bilgi mevcut. Yenidoğanınız ve ilerleyen dönemlerde bebeğinizle yaşayacağınız olası hemen hemen bütün sorunlara çözüm sunuyor. Hatta taşıyıcı annelik, evlat edinme, tüp bebek, prematüre bebekler gibi konulara dahi değiniyor.

Hepsinden önemlisi ise Tracy Hogg Yeni Annelere Mucize Çözümler kitabında kendi geliştirip adına E.A.S.Y. tekniği dediği beslenme, aktivite, uyku ve sizin zamanınızı kapsayan aşağı yukarı 3 saatlik bir düzenden bahsediyor. Her bir aşamayı bir bölümde ayrıntılı şekilde anlatıyor.

Benim gördüğüm kadarıyla bazı bebekler böylesi bir rutini kendiliğinden oluşturuyor, bazıları ise kesinlikle karşı çıkıyor. Kendi rutini olanlarda dahi atak dönemleri gibi bazı zamanlarda rutin şaşabiliyor. O nedenle saat kısmına sıkı sıkıya bağlı kalmamak veya illa ki olacak diye zorlamamak kaydıyla değerlendirilebilir bir sistem.

Şahsi deneyimimde neyse ki bebeğimiz zaten ağırlıklı olarak kendince böyle bir rutine sahip. Bu anlamda gerçekten çok şanslıyız. O nedenle Yeni Annelere Mucize Çözümler kitabından esasen yararlandığım noktalar; ağlamanın ilk aylarda bebeğin tek iletişim kurma aracı olduğunun farkına vararak bebek ağladıkça sinir krizine girmeyip ne anlatmaya çalıştığını anlamaya çalışmak, bebeğin farklı durumlarda farklı şekilde ağladığına dikkat etme gerekliliği ile sağladığı psikolojik rahatlık. O rahatlık paha biçilemez bence. 🙂

Mahallenin En Mutlu Bebeği

Mahallenin En Mutlu Bebeği – Dr. Harvey Karp

Mahallenin En Mutlu Bebeği acemi ebeveyn okumalarımdan ilkini oluşturdu. Ebeveynlerin okuması için en çok tavsiye edilen kitaplardan bir tanesi. Özge Meliha Düzgün’ün çevirisiyle Yakamoz Kitap’tan çıkan Mahallenin En Mutlu Bebeği 382 sayfadan oluşuyor.

Dr. Harvey Karp son derece meşhur, ünlülerin falan çocuklarını götürdüğü bir çocuk doktoru. Mahallenin En Mutlu Bebeği’nde bebeklerin ağlama krizlerine odaklanıyor Dr. Karp. Eksik kalan dördüncü üç aylık dönem teorisinden bahsediyor. Evrimsel süreçte bütün hayvanların yavruları nasıl hayatta kalabileceklerse o yönleri gelişmiş halde doğuyor; ama sadece insanlar böyle değil. İnsanların hayatta kalabilmesini sağlayan şey gelişmiş beyinleri ve fakat hayatta kalma seviyesinde gelişim göstermiş bir bebeğin beynini içinde barındıran kafasıyla doğal yollardan doğum mümkün değil. Hal böyle olunca bebekler olması gerektiğinden 3 ay daha erken doğuyorlar. O nedenle ilk 3 ay gaz problemleri, ağlama, hareketlerini kontrol edememe gibi sorunlar yaşıyorlar. Bu dönemi en rahat şekilde atlatmanın yolu da Beş Temel Prensip adını verdiği hareketler dizisi olduğunu söylüyor.

Beş Temel Prensip kundaklama, bebeğin yan ya da yüzükoyun durması, şşşş sesi, sallama ve emmeden oluşuyor.

Kundaklama; bebeğin uzuvlarını kontrol edememesinden kaynaklı sürekli hareketi önlüyor, ayrıca ona anne karnındaki sıkışık ve sıcak ortamı sağlamayı hedefliyor.

Yan ya da yüzükoyun yatma; bebeklerin kendilerini en iyi hissettiği pozisyon olarak gösteriliyor. Bunu da yine evrim teorisiyle şu şekilde açıklıyor: Yan ya da yüzü koyun yatma annesinin sırtına tutunmuş ya da kucağında duran bir maymun pozisyonudur, o nedenle güven verir, sırt üstü duruş ise ağaçtan düşme hissine referans olur.

Şşşş sesi; bebeğin anne karnında duyduğu sestir. Sesi kaynağı da annenin damarlarından akan kandır.

Sallama; ağlama krizindeki bir bebeğin sakinleşmesini, bir anlamda kendine gelmesini sağlıyor. Sallamanın bebeğin o anki ihtiyacına uygun şekilde yapılması büyük önem arz ediyor.

Emme; pastanın üstündeki kiraz misali işin keyif kısmı diyor Dr. Karp.

Hızlı bir çözüme ihtiyaç duyuyorsanız Dr. Karp’ın videolarını izleyerek Beş Temel Prensip’i öğrenebilirsiniz. Pratik bilgiye aç, çaresiz bir ebeveyn için kesinlikle videoları tavsiye ederim. Yok ben hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren kendime bol bol vakit ayırıp bu konuda okumalar yapmayı düşünüyorum derseniz okumanızı tavsiye ederim. Kendi adıma videoları izledikten sonra kitabı okudum, yine de çok şey öğrendiğimi düşünüyorum.

Bir süre bu tarz kitaplar geleceğini de bu vesileyle açıklamış olayım. 🙂

okusama wa joshikousei

Okusama wa Joshikousei – My Wife is a High School Girl

Okusama wa Joshikousei mangadan uyarlanan, yaklaşık 24 dakikalık 13 bölümden oluşan bir anime. Serinin PlayStation 2 ve Dreamcast için yapılmış oyunu da bulunmakta. 2002-2007 yılları arasında yayınlanan manganın Okusama wa Joshikousei anime serisi 2005 yılında yayınlanıp bitiriliyor. Manga ve anime arasında farklar var mı acaba?

Okusama wa Joshikousei’in başında ve aralarda sürekli geçen ve bir süre sonra bıkkınlık getiren Asami’nin bir konuşması var: “Ben Asami, herkesten gizli; ama ben aslında evliyim. Kocam aynı okuldan İchimaru Kyousuke hoca.” gibi bir konuşma. Gerçekten bıkacaksınız baştan söylüyorum.

Neyse Asami’nin de sürekli anlattığı gibi kendisi 17 yaşında lise öğrencisi, kocası da aynı okuldan 25 yaşındaki öğretmeni İchimaru Sensei. Asami’nin en büyük derdi de karı koca olmalarına rağmen henüz hiç sevişmemiş olmaları. Açıklama ise gayet basit ve Asami’nin babası tarafından sürekli karşımıza çıkarılıyor. Baba evliliğe izin verirken bizim hocaya sözleşme imzalatıyor, Asami mezun olana kadar hiçbir türlü yakınlaşma olmayacak diye. O yüzden zaten sürekli kapıdan bacadan damlayıp geliyor Asami’nin babası. En küçük bir yakınlaşma girişiminde dalıyor hemen sahneye. Aynı zamanda hocanın işini kaybetmemesi için okuldan da kimsenin bilmemesi gerekiyor evli olduklarını.

Bundan sonra biraz standart  yeni evli sorunları, biraz evliliklerini gizleme çabası sırasında başlarına gelenlerle geçiyor bölümler. Kocası eve geç geldiği için Asami’nin duyduğu yalnızlık hissi ve parkta gördüğü bir kediye bağlanması, onu eve almak istemesi gibi… Okuldaki başka bir genç hoca olan İwasaki’nin veya komşunun İchimaru’ya asılması gibi… Bu gibi anlarda Asami’yi en çok üzen şeyin “Ne oluyor size ben onun eşiyim, benim yanımda nasıl böyle şeyler yapmaya kalkarsınız?” diyememesi… Sonunda İwasaki o kadar çok bastırıp zorla evlerine dalıyor ve sadece bir sevgililik ilişkisi sandığı şeyin evlilik bağı olduğu gerçeğini öğreniyor. Hiçbir şey söylemeden çekip gidince İchimaru çok korkuyor, hatta yanlış anlaşılma yüzünden istifa mektubunu bile veriyor okula; ama İwasaki konuşup çözüyor konuyu “Tabii ki söylemeyeceğim ne sandın beni?” dercesine.

Anime başladığında Asami 2. sınıfa gidiyor. Okul değiştirdiğine ya da İchimaru’nun okula yeni geldiğine dair bir bilgi hatta ima dahi yok. Bu durumda evlenmeye karar verdiklerinde zaten aynı okulda öğretmen ve öğrenci olmaları gerekiyor. Nasıl tanışıp nasıl işleri ilerlettiler de evlilik noktasına geldiler anlamak ve bilmek maalesef mümkün olamıyor. Büyük göğüs ve dolgun kalça vurgularının, seksi görüntülerin de her şeye rağmen oldukça ön planda olduğunu söylemekte yarar var. İyi seyirler…

Açılış Müziği: Ayako Kawasumi’den Love Love! Chuっ Chuっ!

Kapanış Müziği: Ayako Kawasumi, Aya Endo, and Shiho Kawaragi’den Ai no Koneko

my dady long legs

My Dady Long Legs – Watashi no Ashinaga Ojisan

My Dady Long Legs 1990 yapımı 40 bölümlük bir anime. Jean Webster’in yazdığı Daddy-Long-Legs adlı romanı temel alınarak oluşturulmuş. My Dady Long Legs’in yönetmenliğini ise Kazuyoshi Yokota ve Masakazu Higuchi paylaşıyor.

Bir yetimhanede başlıyor hikaye. Kahramanımız Judy neşeli, asi, biraz sakar; ama iyilik dolu ve yazmayı seven bir kız. Onca talihsizliğe rağmen yazdığı bir yazı nedeniyle son anda burs hakkı elde ediyor. Kendisine burs veren insanı son anda kapıdan çıkarken güneşin açısıyla iyice uzamış gölgesindeki bacaklarıyla gördüğü için ona bu adı takıyor: My Dady Long Legs – Watashi no Ashinaga Ojisan. Bursu veren kişi adını gizliyor, yardımcısı aracılığıyla iletişim kuruyor sadece ve koşul olarak ona sürekli yazmasını istiyor.

Böylece Judy Abott’un zengin kızlar arasındaki lise hayatı başlıyor. Tabii ki yetimhaneden geldiğini saklıyor arkadaşlarından, her ergen kız gibi o da özeniyor çevresindekilerin eşyalarına, kıyafetlerine, zengin akrabalarına ve ailelerine… Oda arkadaşlarından birinin garip dayısını karşılama görevi kendisine veriliyor bir gün. Jervis Pendleton’u karşılıyor ve çok da güzel vakit geçiriyorlar. Bundan sonra aralıklarla görüşüp birlikte vakit geçirmeye de başlıyorlar. Uzun bacaklı amcası onun için yaz tatilleri de dahil her şeyi ayarlıyor. Hatta bazen Judy’nin istediği şeyleri yapmasına izin vermeyerek.. Judy çok bozulsa da yetimhaneye dönmeme isteği ağır bastığından, sahip olduğu her şeyi sağlayan bu kişi olduğundan mecburen boyun eğiyor. İster istemez sorguluyorsunuz “Allah Allah ne var yahu gidiversin kız arkadaşlarıyla ne olacak ki nedir yani bu abisinden koruma isteği” diye düşünürken ilerleyen bölümlerde nedenini de öğreniyoruz.

Bu arada Judy ve Jervis Pendleton arasında bir yakınlaşmalar, bir duygular beliriyor; ama Judy bir yandan da sorguluyor tabii, acaba kendisi için bu mümkün mü? Yetimhaneden geldiğini söyleyemediği bu insan acaba bunu öğrenince de onu sever mi? Judy’nin standart genç kız gelgitlerini bol bol göreceksiniz.

Hikayenin sonunda Jervis Pendleton hastalanıyor, eriyip çöküyor dağ gibi adam; ama Judy yetişince iyileşiyor sanırım bir anda. 😀 Şaka bir yana Judy mezuniyet konuşmasında yetimhaneden geldiğini ve bu şansı ona sağlayan sponsorundan bahsediyor onu nihayet görebileceği umuduyla, kalabalığın arasında olduğu umuduyla; mezuniyetin ardından gözleri hala onu ararken yardımcısı gelip çok hasta olduğunu söylüyor. Apar topar arabaya atlayıp evine gidiyorlar ve Judy sonunda kendi gözleriyle My Dady Long Legs – Watashi no Ashinaga Ojisan dediği sponsorunun aslında Jervis Pendleton olduğunu görüyor. Jervis dayanamayıp onunla tanışmaya geldiğini, sonra da olayların geliştiğini sevmeye başladığını; ama yetimhaneye karşı görevi gereği Judy okumaya devam ederken böyle bir ilişki içine giremeyecekleri için gizlediğini anlatıyor. Sanırım ondan sonra mutlu mesut hayatlarına doğru ilerliyorlar. 🙂

Bu kız lise öğrencisi, yeni mezun oldu 18 yaşında ya var ya yok; ama bu adam kesin üniversiteye de gitmiştir ve Judy liseye başladığında bile iş adamı olarak görülüyordu demeyin. Olur öyle yaşın ne önemi var ki? 😉

Açılış Müziği: Mitsuko Horie’den Growing Up

Kapanış Müziği: Mitsuko Horie ve SHINES’ten Kimi no Kaze

Tuhaf Kütüphane

Tuhaf Kütüphane – Haruki Murakami

Tuhaf Kütüphane sanırım Haruki Murakami’nin şu an için en son dilimize çevrilen eseri. Diğer uzun kitapların yanında minik haliyle şaşırtıyor ilk ele alınca. Sonra öğreniyorsunuz ki “Büyükler için masal tadında bir hikaye” imiş kendisi. Gerçekten de öyle. Doğan Kitap’tan çıkan Tuhaf Kütüphane sert kapaklı, kalın kuşe kağıda basılmış, bol bol çizimler barındıran, 65 sayfalık bir hikaye.

Sürekli kütüphaneye gidip kitap okuyan bir çocuktan bahsediyor Tuhaf Kütüphane. Bir gün yine kütüphaneye gidiyor, aldığı kitapları geri veriyor, sormak istediği birkaç kitap olduğunu söyleyince kütüphane görevlisi onu bodrumda bir yere yönlendiriyor. Burada karşılaştığı yaşlı adam öyle güzel betimleniyor ki, aslında çizime gerek bile yok. Garip bir konuşma tarzı var yaşlı adamın, bir de sürekli azarlıyor. Korkuyor kahramanımız ondan. Korkuyla birkaç kitap istiyor. Yaşlı adam arkada bir kapıdan geçip uzun süre görünmüyor. Geri geldiğinde elinde kalın kalın 3 kitap var.

“Kütüphaneden çıkartılması yasak bu kitapların.” diyor yaşlı adam, “Okumak istiyorsan burada okumak zorundasın.” Ve kahramanımızı adeta bir labirent olan koridorlardan geçirip okuma odası yazan bir yere götürüyor. Orada Koyun Adam ile karşılaşıyorlar.

“Kent kütüphanelerinin bütçesi hep azdır, böyle bir labirenti bırak minik bir labirent yapmaya bile yetmez.” diye düşünüyor kahramanımız. Yemeğe geç kalırsa annesinin endişelenmesinden korkuyor bir yandan da; ama yaşlı adamdan daha çok korkuyor. Hem zaten kimseye hayır diyemeyen biri değil mi? Sonunda bir hücreye kapatılıyor, elindeki kitapları 1 ay içinde ezberlerse özgürlüğüne kavuşabileceğini söylüyor yaşlı adam. O gittikten sonra da Koyun Adam bunun gerçek olmadığını söylüyor. Kitapları ezberlediğinde yaşlı adam onun beynini yiyecek; çünkü bilgiyle dolu olan beyin yumuşacık ve çok lezzetli olur imiş. Kütüphaneler sadece kitap ödünç vermek olamaz ki, kütüphanelerin ne çıkarı olacak öyle olursa. Bütün kütüphanelerde böyle yerler var. Bütün kütüphanelerde yapılıyor bu.

Bu arada Koyun Adam her yeri gerçek koyun postuyla kaplı kısa bir adam. Yaşlı adamdan o da çok korkuyor, istemese de söylediklerine uymak zorunda yoksa kurtlarla dolu bir küpte 3 gün geçirir. Çok korkunç… Üstelik yaşlı adam arka cebinden çıkardığı sopayı Koyun Adam’ın yüzüne vurunca ona karşı gelemez oluyor. Sopanın sihirli bir gücü mü var acaba?

Kahramanımız istemese de sıkıntıdan kitapları okumaya başlıyor ve çok ilginç bir şekilde okuduğu her şey aklında tamamen kalıyor. Kendisi kitabın yazarıyor oluyor sanki… Akşam yemeğini bir kız getiriyor, çok güzel bir kız. İşaretlerle konuşuyor ve ağlayıp sızlanmamasını söylüyor. Hilalde kaçılabilir çünkü, yaşlı adam o zaman deliksiz uyur. Birlikte kaçabilirler. Koyun Adam da dahil olmak istiyor.

O gün gelince kız kendisinin muhtemelen gelemeyeceğini; ama daha sonra kaçacağını söylüyor. Koyun Adam onu hücreden çıkarıyor, sessiz olmaları gerektiği için yürürken gıcırdayan yeni deri ayakkabılarını geride bırakmak zorunda kalıyor. Defalarca kaybolduktan sonra labirentten çıkmayı da başarıyorlar. Kapıyı açıyorlar ki yaşlı adam karşılarında! Yanında da çocukken kahramanımıza saldıran köpek. Köpeğin ağzında kendi kuşu. Korku, üzüntü, dehşet… Köpeğin ağzındaki minik kuşun kıpırdanmaya ve sonra büyümeye başlamasıyla yerini alan şaşkınlık, umut… Kuş kocaman bir hal alıp yaşlı adam ve köpeği duvara sıkıştırıyor. “Siz kaçın, ben sonra geleceğim.” diyor kuş kılığına girmiş kız. Kaçıyorlar koşarak. Kendilerini bir parkta yere atıyorlar daha fazla koşamayarak. Kahramanımız kendine geldiğinde ise Koyun Adam ortadan kaybolmuş oluyor.

Eve döndüğünde kuşunun gerçekten de olmadığını görüyor. Annesi ne ayakkabılarını soruyor ne de üç gündür nerede olduğunu. O da kuşunu sormuyor. Sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar; ama kahramanımız bir daha kütüphanelere hiç gitmiyor. Rüya mı gerçek mi olduğunu ayırt edemediği bu olayların sonunda kuşunun ve ayakkabılarının artık var olmadığı gerçeğinden başka bir şey kalmıyor elinde…

Tevekkeli büyükler için değil Tuhaf Kütüphane. Zaten kütüphaneleri pek kullandığımız söylenemez, bir de böyle korkarlarsa çocuklar ne olur halimiz? Büyüklere özgü olarak kalsın Tuhaf Kütüphane. Şöyle bir oturup ayaklarınızı uzattığınızda alın elinize, okuyuverin hemen. Sessizce kapatın kapağını. Duymasın bizim kütüphaneciler. 🙂

Nerima Daikon Brothers

Nerima Daikon Brothers

Nerima Daikon Brothers öyle sık sık karşımıza çıkan türden bir anime değil. Müzikal komedi olmakla birlikte çocuklara yönelik olmadığı kesin. 😀 Mangadan uyarlanan anime Shinichi Watanabe yönetmenliğinde 12 bölüm olarak yayınlanıyor. Bölümler 24-25 dakika sürüyor.

Hideki ve İchiro kardeşler ile kuzenleri Mako Nerima Daikon Brothers adında bir grup kuruyor. Nerima semtindeki tarlalarında Japon turbu (daikon) yetiştirip kazandıkları paralarla bu alana bir konser alanı kurmak ve burada konser vermek en büyük hayalleri. (Gereksiz bilgi olarak; Japon turbunun Japonya’da en çok tüketilen sebze olduğuyla ilgili anket sonuçları mevcuttur.) Tarla işlerini daha ziyade Hideki yapıyor, İchiro geceleri bir eğlence mekanında erkek konsomatris olarak çalışıyor. Hatta buranın en iyi konsomatrisi. Mako’nun ise ne iş yaptığı belli değil, Hideki’nin kendisine olan aşkından yararlanıp lüks şeylere harcamak için sürekli olarak Hideki’den para istemeye geliyor.

Evlerin ortasındaki tarlanın bir kenarında da sahne var. Burayı aynı zamanda ev olarak kullanıyorlar. Tarla evlerin ortasında olduğu için ne zaman prova yapmaya kalksalar komşular şikayete başlıyor. Sürekli birileri kandırıp paralarını almaya çalışıyor. Ne zaman paraya ihtiyaçları olsa bir bankanın dansçı kızları müzik eşliğinde giriyor ekrana yanlarında bir bankamatikle. Danslarını yapıyorlar, bankamatikten para çıkıyor, müzik duruyor, kızlar dansı bırakıp silinerek sahneden çıkıyor ve bankamatiği de yanlarında götürüyor. Ne zaman birinin paraya ihtiyacı olsa aynı sahne geliyor. Bir de ihtiyaçları olduğu zaman başvurdukları bir adam var. Yüzünü göremiyoruz, para hariç her şeyi ödünç veriyor. Ödünç vermek için şarkı söylemelerini bekliyor sadece.

Bir de panda var, tarladan turp çalmaya başlayıp onların yanından ayrılmaz oluyor. Gerektiğinde de yardım ediyor. Sabah, öğle, akşam Japon turplu yemekler yiyorlar. Sonradan yanlarına bir de polis memuru katılıyor. Başta onları yakalamak için uğraşsa da tarlaya göz diken Başbakan’ın çalışmaları karşısında dayanamayıp Nerima Daikon Brothers ayrı olmamalı düşüncesiyle yine onlara yardım ediyor. Gerçi bu hali sürekli Jerry’i yakalayıp yemeye çalışan; ama öldüğünü sandığı bir anda yaşatmaya çalışan Tom’u hatırlatmıyor değil.

Bol müzikli ve eğlenceli bir anime arıyorsanız Nerima Daikon Brothers uygun; yalnız seks çağrışımlı sahnelerin varlığını unutmayalım. 🙂

Nerima Daikon Brothers Müzikler:

Açılış Müziği: Ma·Ji·Ya·Ba

Kapanış Müziği: Berima

Şarkıları Nerima Daikon Brothers – Hideki, İchiro ve Mako’yu seslendiren sırayla Shigeru Matsuzaki, Shoutarou Morikubo ve Ayano Matsumoto söylüyor.

NOT: Açılış müziğinin paylaştığım klibinde 1:03’te başlayan hareketin devamında bir el işareti göreceksiniz. Bazı ülkelerde OK, yani tamam anlamında kullanılıyor, bizde edilgin eşcinsel erkekler için kullanılıyor. Japonya’da ise bu el işareti para anlamına gelir. Öğrenin, anlatıp arkadaşlarınızı şaşırtırsınız. 😀

İçimizdeki Şeytan

İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

İçimizdeki Şeytan Sabahattin Ali’nin 2. romanı. 1940’ta yayınlanıyor. Tabii ki KYK’dan çıkan Sabahattin Ali Bütün Eserleri – Eleştirel Basım baskısından okudum. İçimizdeki Şeytan bu baskıda 263 sayfadan oluşuyor.

İçimizdeki Şeytan bol bol kişisel düşüncelere yer veriyor. Macide Balıkesir’de eskiden zengin; ama artık eski zenginliği kalmamış, yine de gururlarına toz kondurmamak için öyleymiş gibi yaşanan bir evin kızı. Ezkaza müzik yeteneği keşfedilmiş, ezkaza okula devam edilmesine izin verilmiş bir Anadolu kızı. Yine ezkaza İstanbul’a eğitime gönderiliyor. Ailesinden aylık olarak gelen paranın karşılığında aynı kendi evleri gibi eskiden zengin olup artık paraların suyunu çektiği; ama bunun kimseye belli edilmediği, ev halkının bile öyleymiş gibi davranmadığı bir akrabalarında kalıyor. Macide’nin özelliği “Her şey benim dışımda, tesadüfen oluyor.” düşüncesiyle umursamadan öylece hayatına devam etmesi, etrafındaki her şeyin farkında olup iki yüzlü insanlardan nefret etmesine rağmen öylece devam etmesi.

Ömer de yine aynı yerden, İstanbul’da bir yandan üniversitede okuyup diğer yandan postanede çalışan (gerçekte ne okula ne de postaneye uğradığı yok), kendi içinde düşünceleriyle bir dev olmakla birlikte iş harekete geçmeye gelince hiçbir şey yapmayan, sürekli ertelemeyi tercih eden biri. Çok mantıklı düşüncelerinin yanında zayıflığı nedeniyle yaptığı kötü şeyler için de içindeki şeytanı suçlayan biri.

Bir gün vapurda Ömer ve Macide’nin yolları birleşiyor. Ömer ilk görüşte aşık oluyor Macide’ye. Uzaktan akraba olduklarını da öğrenip teyzesinin evine sürekli Macide’yi görmeye gidiyor. Aşkını itiraf edip karşılık görüyor. Bu arada Macide’nin babası öldüğü için daha fazla para gelmeyince Macide’nin kaldığı akrabaları huysuzlanmaya başlıyor. Sürekli Ömer’le buluşup gece geç vakitlerde gelmesinin verdiği rahatsızlıkla da bir gece Macide’yi bekleyip artık para gelmediğini, annesinin aylardır tek kelime cevap vermediğini, Macide’nin artık karar vermesi gerektiğini, sürekli ona bakamayacaklarını ağızlarını açıp gözlerini kapayarak söylüyorlar. Macide gurur yapıp üç beş eşyasını toplayarak gece evden çıkıyor ve karşısında az önce ayrıldığı Ömer’i görüyor. Ne yapacağına dair hiçbir fikri yokken Ömer onu evine, daha doğrusu kaldığı odaya götürüyor. Evleniriz diyorlar. Hızlı bir birliktelik ve bir anda resmi olmasa da evlilik ikisinin de hayatını oldukça değiştiriyor.

Para sıkıntıları çok kısa bir süre içinde etkisini göstermeye başlıyor. Bu nedenle Ömer çok tatsız şeyler yapıyor. Sürekli arkadaşlarından borç alıyor. Arkadaşları da ünlü gazeteci, şair, yazar geçinip pisliğe bulanmış  insanlar. Dünya’da iyi kalpli insanlar hala var düşüncesinin tek kaynağı olarak Ömer’i gören postanedeki yaşlı bir görevliyi kasadan para çalması için tehdit bile ediyor. Sonra iyi yanı bu parayı kullanamayacağına karar verip kendisinden para isteyen ve gizli işler çeviren bir arkadaşına veriyor. Zaten başını yakmasına neden de bu oluyor.

Birlikte yaşadıkları bu dönemde Cahide Ömer’in aslında ne kadar zayıf, kendisine ne kadar muhtaç olduğunu görüyor. Ona yardım etmesi, onun yanında olması gerektiğini, yoksa Ömer’in hiçbir şey yapamayacağını görüyor. Arkadaşım dediği insanların ne kadar sefil yaratıklar olduklarını görüyor.

Macide’nin eski hocası, aynı zamanda Ömer’in arkadaşı çıkan Bedri de Macide’ye eskiden beri gizli bir aşk duymakla birlikte ikisinin mutluluğu için elinden geleni yapıyor. Sürekli para yardımı yapıyor. Her ne kadar bu yardımlar Bedri’nin ailesini rahatsız etse ve hatta Bedri’nin ablası gelip Macide’ye kızsa da… Macide’yi Ömer’in arkadaşları konusunda uyarıyor. Hep sessiz sedasız olan Bedri’nin bu meşhur arkadaşlarla ilgili şu sözleri dikkat çekici:

“Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkansızlıkla baka baka nihayet kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler… Şimdi öyle bir nazariye yapıyorlar ki, anası aciz ve mahrumiyet… Bu gibi fikirleri doğuranlar, daima, ezilmeye, yok olmaya mahkum olduklarını hisseden zümrelerdir. Bağırırlar, çağırırlar, ellerine fırsat geçerse suni olarak sahip oldukları bu iktidarı en vahşi bir şekilde kullanmaya kalkarlar; fakat nihayet hayatın ebedi kanunlarının pençesi altında çiğnenir ve mahvolurlar…” (KYK, Sabahattin Ali, Bütün Eserleri – Eleştirel Basım kitabının içinde yer alan İçimizdeki Şeytan – s. 465-466’dan alıntılanmıştır.)

Bedri daha başka bir sürü tespitte bulunuyor. Dikkatle okuyunca tanıdık geldiğini göreceksiniz. Yılları gösteren rakamların öneminin olmadığını, bazı davranışlardan ders alınmadığını ve insanların kendilerinden önce gelenler gibi davrandıklarını göreceksiniz.

Romana dönecek olursak; Ömer verdiği para nedeniyle tutuklanıyor. Macide Bedri’den bu haberi almadan öncesinde evi terkedip intihar etme düşüncesiyle Ömer’e bir mektup yazıyor. Olayların bu şekilde gelişmesi ayrılma kararını ertelemesine neden oluyor. Bedri ile Ömer’i ziyarete giden Macide haklılığını onaylıyor; çünkü Ömer soğuk davranıyor Macide’ye. Son görüşme gününde Bedri’yle buluşmak için gittiği kafede Ömer’in meşhur arkadaşlarını görüyor Macide. Bedri’yi sormak için gayrı ihtiyari yöneldiği sırada hepsi görmezden geliyor, Macide’ye Ömer’in yanında sarkıntılık etmeye çalışan insanlar şu an kocası yargılandığı için görmezden geliyor onu. Macide bir kez onaylıyor düşüncesini. Bu olaylar olmadan önce yazdığı mektubu vermeye karar veriyor bugün Ömer’e; ama Ömer Macide’yi görmek istemiyor. Bedri’yle konuşuyor sadece. “Çıkıyorum bugün; burada çok düşündüm. Zayıf olan bendim, içimde şeytan falan yok. Belki uzun sürede değişirim; ama bunun için yalnız olmam lazım. Macide’yi görürsem yapamam, onun yanında olmak isterim, ona sarılmak isterim, bu şekilde de hiçbir zaman değişmem. Macide’yi sana emanet ediyorum. Onu en az benim kadar seversin, ister kardeş olarak ister eş olarak al yanına. Gidecek yeri de kimsesi de yok. Belki başta istemez; ama alışır zamanla, ne de olsa kötü bir erkeğe rastladı. Ben bugün tahliye oluyorum, ama yolumuz ayrı.” diyor. Kapıda vedalaşıp ayrılıyorlar. Ömer bir yöne, Bedri başka bir yöne…

Bedri Macide’yle buluşup kısaca Ömer’in anlattıklarından bahsediyor çekine çekine. Macide onaylıyor. Macide’nin eşyalarını almak için eve doğru giderlerken bir his, geri bakmasını söyleyen bir his kaplıyor Macide’nin içini. Dayanamayıp dönüyor ve Ömer’i görüyor. Bedri’nin Ömer’in kolunu tuttutuğu yerden tuttuğu kolunu bırakıp bakıyor. Ömer hemen başını önüne eğip devam ediyor yürümeye. Macide’nin elini bir kez tutarsa bırakamayacağını düşünüyor çünkü. Sonra kayboluyor. Bedri Macide’ye “Hep onu seveceksin, unutamayacaksın.” derken Macide öyle olmadığını söyleyerek Ömer’e vermek için cebine koyduğu mektubu gösteriyor Bedri’ye. Her şeye rağmen… “Ben unuturum. Ablana da bakarım, daha genç, yaşar uzun süre.” diyor ve hikayemiz burada noktalanıyor.

Başlarda sanırım çok hoşuma gitmedi, elime alamıyordum bir türlü kitabı; ama son gelişmeler akşam bitirene kadar elimden bırakmamı engelledi. Yine bir Anadolu şehrinde başlayan hikaye, nesiller arası ticaret anlayışındaki fark ile el değiştiren servet, alışınca kaçılamayan lüks ve ilginç gurur, dışı ve içi çok farklı olabilen insanlar, iç düşünceler, zayıflıklar, mecbur olunanlar, para için yapılanlar…

Neon Genesis Evangelion

Neon Genesis Evangelion (Shin Seiki Evangerion – Yeni Başlangıç Öğretileri)

Neon Genesis Evangelion 1995-96 yılları arasında gösterilmiş, Hideaki Anno’nun yönetmenliğini yaptığı, hemen hemen 23 dakikalık 26 bölümden oluşan bir anime. Genel olarak sağladığı başarı nedeniyle meşhur animeler arasında yer alıyor.

Neon Genesis Evangelion psikolojik öğeleri çok kullanıyor. Anime gelecek Tokyo’sunda geçiyor. 15 yıl önce kutup bölgesinde inanılmaz bir patlama gerçekleşiyor. İkinci Darbe deniyor buna. Orada tam olarak ne olduğunu insanlara açıklamıyorlar. Melek denilen devasa yaratıklar var. Nerden, neden geldikleri bilinmiyor, öyle saldırıyorlar. BM’ye bağlı NERV adlı gizli kuruluş da Meleklerle savaşmak için Evangelion isimli robotlar geliştiriyor. Bu robotları sadece 14 yaşındaki uygun çocuklar kullanabiliyor.

Komutan İkari bu kuruluşun başında ve çeşitli araştırmalar, gizli projeler yürütüyor. Komutan İkari’nin oğlu Shinji babasından ayrı yaşıyor ve araları kötü. Bir gün babası onu yanına çağırınca hem şaşırıyor hem de gidiyor; ancak gerçek şu ki bir sonraki Evangelion pilotu olarak seçilmiş ve babasının çağırma nedeni sadece bu. Zaten baba-oğul karşılaşması gibi bir şey göremiyoruz. İşin daha kötü kısmı Shinji’nin hiçbir şeyden haberi yokken üsse gelir gelmez haydi Evangelion, kısa adıyla Eva’ya atla ve Melek’le savaş diyorlar. Shinji ne oluyor, yapamam ben bunun için gelmedim diye isyan ederken saldırının etkisiyle bir şeyler yıkılıyor ve tam da bu sırada Evangelion 01 fişe takılı olmamasına rağmen elini kaldırıp Shinji’yi koruyor. E haliyle yakınlaşma kaçınılmaz hale geliyor. Eva 01 ve Shinji arasında bir bağ oluştuğunu söylemeye gerek yok sanırım.

İlk pilot Rei adında bir kız. O da normal değil, sonra zaten neler neler çıkacak ortaya. 3. Pilot ise Almanya’dan geliyor. Onun da kendini beğendirme, bir birey olarak kabul edilme sorunları var. Eva pilotluğunu da bu amaçla yapıyor. Dışarıya karşı ise kendinden emin, kendini beğenmiş bir kız.

Adam Projesi denilen bir proje var. Adam kutup bölgesinde bulunan ve uyanmasının İkinci Darbe’ye neden olduğu söylenen ilk Melek; ancak Komutan İkari sağlam birine benzemiyor, dolaplar dolaplar…

İkinci Darbe’den sağ olarak kurtulan tek bir kişi var, o da Katsuragi Misato. O da babasını affedemiyor, ondan nefret ettiğini söylüyor; ama sonunda babası gibi birine aşık olduğu için de kendini suçluyor. Shinji ise ölümle burun buruna gelip kişisel bir hesaplaşma anı yaşıyor. Neden insanların onunla ilgili kötü düşünmesini istemediğiyle ilgili hesaplaşmalar. Aslında herkes bir şeylerden kaçıyor. Sadece kaçılan şey farklı.

Bir de bu derece ilerlemiş şeyler yapan bilim insanlarının hala Adem ve Havva inancına takılıp kalması garip geldi bana. Zaten çeşitli dinlerden unsurlar da fazlaca yer alıyor.

Neyse Melekler gelmeye devam ediyor, savaşlar da devam ediyor. 4. pilot olarak Shinji’nin okuldan arkadaşı seçiliyor. İlk savaşında herkes ölmenin eşiğindeyken Eva 01 uyanıp Melek’i öldürüyor ve başına çöküp öldürdüğü Melek’i yemeye başlıyor. Bu noktada herkes dehşete kapılmışken NERV’deki bilgisayar uzmanı Akagi Ritsuko zırh gibi görünen şeylerin aslında Eva’yı kontrol altında tutmak için var olduğunu, Eva’nın gerçek yüzünün bu olduğunu itiraf ediyor. Ayrıca Eva 01 bilim adamlarının üstünde çalıştığı S2 Machine dedikleri şeyi kendi kendine gerçekleştiriyor, yani öldürdüğü Melek’in kolunu koparıp kendi kopmuş koluna takıyor ve o kolu kendi parçası haline getiriyor.

Bu olaylar olurken Eva 01’in kontrolünü tamamen kaybeden ekip Shinji’yi de kurtaramıyor. Shinji özel bir sıvıyla dolu kabinin içinde gözle görülemez bir hal alıyor. “Daha önce de böyle bir şey oldu ve kurtarma başarılı olamadı.” diyen Ritsuko’nun bu sözlerinin aslını sonra öğreniyoruz. Shinji ise bu halde görüntüler görünüyor. Bu aynı zamanda Shinji’nin annesi ve Komutan İkari hakkında da birçok şey öğrendiğimiz yer oluyor.

Henüz öğrencilik döneminde sivrilen bilim insanı aslında İkari Yui, yani Shinji’nin annesi oluyor. İkari Gendo Yui’ye çalıştığı örgüt nedeniyle yakınlaşıp evleniyor ve Yui’nin soyadını alıyor. Yui Evangelion yapımı çalışmalarında bulunuyor ve ilk test pilotluğunu yapıyor. İşler ters gidip de şu an Shinji’nin bulunduğu forma geçince maalesef kurtarılamıyor. Shinji de annesi ve babasını görüyor. Babası ve annesi arasında şöyle bir konuşma geçiyor:

  • İkinci Darbe’nin daha yeni olduğu bu cehennemde yaşayabilecek mi?
  • Yaşamaya çalışırsan her yer cennet olabilir. Yaşadığı için, yaşadığı müddetçe mutlu olma şansı var.

İkari Yui’nin ölümünden sonra İkari Gendo çok değişiyor. 1 hafta ortadan kayboluyor ve sonra yeni bir proje başlatıyorum diye geri geliyor. Yanında da bir tanıdığımın çocuğu ilk pilot Rei’i getiriyor. Rei’in İkari Yui’ye benzerliği dikkat çekiyor. Bu arada Ritsuko’nun annesi ve Komutan İkari arasında bir ilişki var. Rei bir gün Akagi’nin olduğu yere geliyor kaybolduğunu söyleyerek. Rei’in konuşmasından hoşlanmayan Akagi onu Komutan İkari’ye şikayet etmekle tehdit edince Rei “O öyle söylüyor zaten. İnatçı, işe yaramaz diyor.” diyor. Akagi kendini kaybedip Rei’i muhtemelen öldürüyor ve bir silah sesiyle Akagi de yere uzanıyor.

Melekler savaşlar devam ediyor diğer yandan. Asuka rezalet halde. İç çekişmesi pilotluk yapmasına engel oluyor. Kendinde tek değer olarak gördüğü pilotluğu yapamadıkça daha da kötü hissediyor kendini. Rei Shinji’yi kurtarmak için kendini feda ediyor, sonunda Rei’in bulunduğu kabin bulunuyor. Ekibin başındaki Ritsuko nedense bunun gizli kalmasını emrediyor. Rei hastanede ve Komutan İkari’nin hesap verdiği, aslında ipleri çeken gizli üst örgüt Seele’ye Rei’in yaşadığını söylemiyorlar, Komutan İkari onun yerine Ritsuko’yu sunuyor onlara.

Asuka ile birlikte gelen Misato’nun eski erkek arkadaşı da çift taraflı çalışıyor; bazı gizli bilgileri öğreniyor ve ortadan kaybolmadan önce bu gizli bilgilerin olduğu bir kapsülü Misato’ya veriyor. NERV üssünde gizli bir bölümün kapısında Ritsuko, Misato ve Shinji’yi görüyoruz. İçeri giriyorlar, Rei’in odası, Rei’in doğduğu yer, başarısız olan Evangelionlar’ın mezarı, İkari Yui’nin kaybolduğu yer de burası. Evalar’ı pilotsuz çalıştırmak için kullanılan model kabinin merkezi, sıvı dolu tankın içinde de bir sürü Rei. Yani Rei model kabinin kendisiymiş aslında.

“İnsan Tanrı’yı buldu, ele geçirmeye çalıştı. Ceza olarak İkinci Darbe gerçekleşti 15 yıl önce. Bulunan Tanrı yok oldu; ama insan kendi eliyle Tanrı’yı yeniden hayata getirmeye çalıştı ve Adam’ı yarattı. Adam’dan Tanrı’ya benzeyen insanları yani Evalar’ı yarattı. Eva da aslında insan; ama ruhu yok. Bu şekilde yaratılıp ruhu olan tek vücut Rei.” diye açıklama yapıyor Ritsuko.

Dışarıda ise şehir yıkılıyor. Herkes başka yerlere taşınıyor. Asuka hiçbir işe yaramıyorum diye isyanlarda. Shinji yalnızım kimse kalmadı diye isyanlarda. Bu sıralarda da 5. çocuk geliyor üsse. Adı Kaoru. Rei ile konuşup “İkimiz de aynıyız, Lilim’in şeklini aldık.” diyor. Daha sonra anlıyoruz ki Lilim dediği aslında insan. Kaoru’nun son Melek olduğu ortaya çıkıyor. Doğrudan üssün içinde saldırıyor; ama Shinji durdurup dışarıya çıkarmayı başarıyor. Zorlu bir sürecin ardından Kaoru’nun da bu sonu kabul edip Shinji’yi ikna etmesiyle Kaoru’yu öldürüyor. Suçluluk duygusu tabii ki var; ama bundan kurtulma çabası da.

Komutan İkari’nin asıl projesi İnsanlık Araç Projesi sonunda faaliyete geçiyor, son bölümde bu projenin içindeki Shinji’yi görüyoruz. Proje herkesin ruhunda eksik olan bir nokta olduğu gerçeğinden yola çıkıp her şeyi başa döndürerek bu eksikliği doldurma amacını taşıyor. Proje herkese uygulanınca da “Herkes tek olacak!” deniyor.

İzlemeye başladıktan sonra hatırladım ki Neon Genesis Evangelion’u birkaç yıl önce de izlemiştim; ama tamamen unutmuşum. Bu yazıların asıl nedeni de bu değil mi zaten? 😇

Yukarıda da bahsettiğim gibi psikolojik öğelerin ön planda olduğu bir anime. Severim böyle türleri; ama işin içinde çok fazla yön olup da her şey açıklanmayınca, dallanıp budaklanınca kendimi aptal gibi hissedip üzülmüyor da değilim. 🙁 Neon Genesis Evangelion serisi filmlerini izledikten belki aydınlanırım. Siz de eski oluşuna bakmayın, izleyin. 🙂

Neon Genesis Evangelion Açılış Müziği: Yoko Takahashi’den A Cruel Angel’s Thesis

Neon Genesis Evangelion Kapanış Müziği: Claire Littley’den Fly Me to the Moon